5 Ağustos 2020 Çarşamba

FEHİM-İ ARVASİ




İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve evliyânın meşhurlarından. Silsile-i aliyye denilen evliyânın otuz üçüncüsüdür. Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde yaşadı. Seyyid olup, soyu hazret-i Hüseyin’e ulaşır. Lakabı, Şeyh ve Allâme’dir. Arvaslı olduğu için Arvâsî nisbesi ile meşhurdur. Babası, Abdülhamîd Arvâsî’dir.
1825 (H. 1241)’de Arvas’da doğdu. 1895 (H. 1313)’de vefât etti. Kabr-i şerifi, Van’da Müküs’ün Arvas köyündedir. Mensub olduğu temiz ve asîl aile; Anadolu’nun şark vilâyetlerinin ilim, irfan ve güzel ahlâk vasfının timsâli olmuştur. Dedelerinin herbiri; zamanlarının âlimi, fazîlet örneği ve saygı değer ferdleri idi.
Babası Abdülhamîd Efendi’yi küçük yaşta kaybeden Seyyid Fehîm hazretleri ilim tahsîline başladı. Kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi hatm ve hıfzetti. Sonra ecdadının kurduğu ve öteden beri ilim yayan büyük âlimler yetiştiren Arvas ve Hasan Velî medreselerinde Arabî ve fen ilimlerini okudu. Sonra Cezîre’ye gidip, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin talebelerinden Şeyh Hâlid-i Gezeri’nin derslerine devam etti. Kısa zamanda emsâlini geçip meşhur oldu. Dînî ilimleri ve zamanın fen bilgilerini kısa zamanda öğrendi. Tasavvufda ise, büyük âlim ve velî Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretlerinin huzurunda manevî olgunluklara erişip, icâzet-i mutlaka ile insanlara doğru yolu anlatmak ve öğretmek müsâdesi verildi.
Hocasının emrine uyup, aklî ve naklî ilimlerde zamanın yegâne âlimi oldu. Buyururdu ki: “Allahü teâlâ’ya hamd olsun. Seyyid Tâhâ’yı gördüm, tasavvufun ve hakîkatin ne olduğunu öğrendim.”
Çeşitli ilimleri, hattâ zirâatı ve san’atları, siyasal bilgileri de iyi bilen Fehîm-i Arvâsî hazretlerine, Van vâlisi ve devlet adamları mes’elelerini gelip sorarlar ve müşküllerini hallederlerdi. Bütün bunlara rağmen yüksek bir tevâzû sahibi idi. Hocasına gösterdiği edeb ve sadâkat karşısında hocası Tâhâ-yı Hakkârî; “Yeter Molla Fehîm! Kanâatime göre bugün ilimde bir umman denizisiniz. Seyyid Şerîf Cürcânî hazretlerinden sonra ilimde seyyidlerin yüzünü siz güldürdünüz. Bu ilmi bu kadar yere sermeye hakkın var mı?” buyurmuştur. Bu söze karşı da gösterdiği tevâzû ve arz-ı hâli üzerine, hocası onu kucaklayıp, çok yüksek mârifetlere kavuşturdu.
Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri, hocası Tâhâ-yı Hakkârî’nin vefâtı üzerine onun kardeşi Seyyid Salih ile sohbet etti. Daha sonra da hocasının yerine talebelere ders verip, insanlara rehberlik yaptı.
Sohbet ve dersleriyle pek çok insanın doğru yola kavuşmasına vesile oldu. Van ve havâlisinde çok sevildi ve hürmet gördü. İlmin, medeniyetin ve İslâm ahlâkının yayılmasında çok büyük hizmetler yaptı. Doksanüç harbinde Ruslara karşı millî birliğimizi korumak için talebeleriyle birlikte Doğu Bâyezîd cephesine gidip, büyük muvaffakiyetler gösterdi.
Seyyid Fehîm hazretleri, hocası Tâhâ-yı Hakkârî’nin oğlu Seyyid Ubeydullah-ı Hakkârî ile birlikte hacca gitmek üzere Hicaz yolculuğuna çıktıklarında, önce İstanbul’a uğradılar. Sultan İkinci Abdülhamîd Han onların, İstanbul’u teşrifini duyunca sarayına davet etti. Sarayda onları misafir edip, ziyadesiyle ikrâm gösterdi. Sohbetlerine iştirak etti. On iki günlük bir misafirlikten sonra, Mısır’a gitmek üzere merasimle Haydarpaşa’ya kadar uğurladı.
Mısır’a vardıklarında kiraladıkları bir evde bir müddet ikâmet ettiler. Bu arada Câmiülezher Medresesi’ne gidip oranın müderrisleriyle görüştüler. Yine bir gün yanlarında bulunan Hacı Ömer adında bir zât ile birlikte Câmiülezher Medresesi’ne giderler. Odalardan birinde, önündeki kâğıtta yazılı bir mes’eleyi çözmek için, etrafına açtığı pek çok kitabı, durmadan karıştırıp mütâlâa ettiği hâlde içinden çıkamayıp derin derin düşünen bir âlimi görürler. Seyyid Fehîm hazretleri kâğıttaki yazıyı ilk görüşte okur ve anlar. Bu sırada o âlim başını kaldırıp, Seyyid Fehîm hazretlerinin nûrânî ve heybetli simalarına bakarak; “İlim okumuş musunuz?” diye sorar. Tevâzû ile, ilimle biraz meşgul olduğunu söyleyince; “Siz bu kâğıttaki ibarenin mânâsını bilir misiniz?” der. “Evet” cevâbını alınca, yine hayretler içinde düşünceye dalar. Meğer Câmiülezher Medresesi’nin bütün şubeleri (fakülteleri) bu mes’elenin çözülmesi için seferber edilmiş, Reîs-ül-ulemâ başta olmak üzere bütün müderrisler gece-gündüz çalışarak, bu mes’eleyi araştırıp çözmek için gayret sarf ederlermiş.
Bunu öğrenen Seyyid Fehîm hazretleri; “Basit bir mes’eledir” buyurur. O âlim daha da şaşırır. Sonra Seyyid Fehîm hazretleri şaşılacak vukûfiyet ve marifetle mes’eleyi çözmeye ve îzâh etmeye başlar. Îzahı dinleyen âlim, hürmetle elini öper ve müsâde isteyerek yapılan îzahı yazar ve kaldıkları evin adresini alır. Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri de ikâmet ettikleri eve dönerler. Adreslerini alan âlim, bir saat sonra evlerine gelip, kendilerine Reîs-ül-ulemânın Câmiülezher’e davet ettiğini söyler. Kabul edip giderler. Câmiülezher Medresesi’ne vardıklarında pek geniş bir salonda, başta Reîs-ül-ulemâ olmak üzere beş yüz kadar âlim büyük bir saygı ile karşılarlar. Reîs-ül-ulemâ yanında yer gösterip oturturlar. Sohbette; Reîs-ül-ulemâ, Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerine; “Efendi hazretleri, tam arzu edilen şekilde açıkladığınız mes’ele, Câmiülezher’de müşkil ve mânâsı anlaşılmayan bir mes’ele hâline gelmişti. Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ile bizi bu müşkilâttan kurtardınız. Câmiülezher ebediyen size medyûn-i şükrandır (şükran borçludur)” der. İlmî müzâkere sırasında, Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin ilmine ve tasavvufdaki yüksek derecesine hayran kalan Reîs-ül-ulemâ; “Yemîn ederim ki, bizim ilmimiz bu zâtın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve takvamız ise, bu zâtın verâ ve takvası yanında bir hiçtir...” der. Seyyid Fehîm hazretlerinin şöhreti bir kaç günde Mısır’da yayılınca, oradan ayrılıp gitmek ister. Ancak âlimlerin ısrarı ve Seyyid Ubeydullah’ın ricası üzerine bâzı müşkil mes’eleleri halletmek üzere, bir müddet daha Mısır’da kalırlar. Sonra kendisine hayran kalan âlimlerin hasret ve hürmet dolu bakışları arasında Hicaz’a gitmek üzere ayrılırlar.
Hicaz’a varınca buranın âlimleri ile de sohbet ve ilmî müzâkerelerde bulunan Seyyid Fehîm Arvâsî; Mekke’de Şafiî mezhebinde İânet-üt-tâlibîn adlı kitabını yazmakta olan Seyyid Ebû Bekr adında bir âlimi ziyaret ederler. Bu âlim takıldığı müşkil bir mes’eleyi Seyyid Fehîm hazretlerine sorarak yazar ve diğer müşkillerini de hâlleder. O âlim ilimdeki yüksek derecesine hayran kalıp; “Bu beldede bulunduğumuz müddetçe ilminizden istifâde edeyim” diye arzeder. Bir gün de Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin hizmetinde bulunan Hacı Ömer’e; “Belki Mısır’daki Reîs-ül-ulemâ bu zâtın derecesinde olabilir. Ondan başka yeryüzünde bu mübarek zât gibi bir âlimin bulunduğuna inanmam” deyince; Hacı Ömer, Mısır’da Câmiülezher’de geçen hâdiseyi anlatır. Bunun üzerine o âlim zât, Seyyid Fehîm hazretleri için; “Allahü teâlâ ona uzun ömür vererek bizleri ondan faydalandırsın. İlminden, salâhından, takvasından ve himmetlerinden bizleri nasîblendirsin” diye duâ eder.
Hicaz’da iken görüşüp sohbet ettiği bir zât da, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından Şeyh-ul-Haremeyn Muhammed Mazhar Müceddidî’dir. Bu zât, Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerine büyük iltifat gösterip, memnuniyetini belirtmiştir. Seyyid Fehîm hazretlerinin güzel ahlâkı, kerâmetleri sayılmakla bitmez. Kerâmetlerinin en büyüğü ve en açığı, Abdülhakîm Arvâsî gibi bir zâtı yetiştirmesidir. 1882 (H. 1300, 17 Cemâzilâhir)’de Abdülhakîm Arvâsî’nin kardeşlerine yazdığı mektubda buyurdu ki:
“Sevdiğim, kıymetli Seyyid İbrâhim ve Seyyid Tâhâ! Allahü teâlâ ikinize de selâmet versin! Size çok duâ ettikten ve selâm eyledikten sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz Seyyid Molla Abdülhakîm geçen sonbaharda buraya gelmiş, ders okumaya başlamıştı. Bu fakîr de onun dersini gayet dikkatle tahkîk ederek anlattım. O da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkik eyledi. İlimden başka bir şeye bakmasına vakit bırakmadım. Şimdi zamânımızdaki usûle göre kitapları bitirdi. Bu fakîr, âlet ilimlerini, fıkıh ve hadîs bilgilerini okutmak için, üstâdlarımızdan nasıl me’zun oldu isem, onu da öylece me’zun eyledim. Sizler artık ona kardeş gözü ile bakmayınız! İlmin şerefini gözetmek için, kendisine tevâzû gösteriniz! Bunları sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Ayrıca, ilme ve âlimlere tevâzû göstermek, Allahü teâlâya tevâzû etmek demektir. Bu kısa yazımdan çok şeyler anlayınız. Esseyyid Fehîm.” Seyyid Fehîm hazretlerinin, her biri büyük âlim ve kâmil olan talebe ve oğulları, bulundukları beldelere ilim saçmışlar, güzel ahlâk ile vatanseverlik ve muhabbeti aşılamışlardır.
Kerâmetlerinden bâzıları şöyledir: Seyyid Fehîm hazretleri bir defasında talebeleri ile Van gölü kıyısında giderken, gölde bulunan Ahtamar adasındaki ermeni kilisesinden bir papaz çıkarak su üstünde yürümeye başlar. Talebeler bunu görünce, bâzılarının hatırına: “Allah’ın düşmanı dediğimiz papaz, su üzerinde yürüyor da, evliyânın büyüğü, Allahü teâlânın sevdiği, seçtiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri acaba neden yürümeyip kıyıdan dolaşıyor?” diye gelir. Seyyid Fehîm, bu düşünceyi anlayıp, mübarek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine çarpar. Nalınlar birbirine çarpdıkça papaz suya batar. Boğazına kadar gelince, bir daha çarpar. Batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünen talebesine dönerek; “O, sihr yaparak, su üstünde gidiyor, böylece sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Nalınları çarpınca sihri bozulup battı. Müslümanlar sihr yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ ederler” buyurdu. Kerâmeti ile papazın sihrini bozdu.
Seyyid Fehîm hazretleri, her yıl bir kere, Müks’den Van’a gelir, bir iki ay kalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Çok defa, kendisini çok seven, mahkeme baş kâtibi Ahmed Bey’in evinde misafir olurdu. Bir sene, Ahmed bey hacca gitmişti. Fakat, yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı, yakınlarından birini çağırdı. “Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan çıkıp, falan eve gideceğiz” buyurdu. “Efendim! Gece yarısı gitmek ayıp olur. Yarın gitsek olmaz mı?” deyince; “Hayır, şimdi gideceğiz. Ahmed Bey’in oğullarına da haber ver!” buyurdu. Oğulları gelip yalvardılar. “Efendim, bir kusur yapdıksa af buyurun! Bizden ayrılmayın. Babamız işitince yüreğine iner. Biz kendisine ne cevâb veririz. Lutf ediniz, ihsân ediniz! Kabahatimizi bağışlayınız” deyip çok göz yaşı döktüler. “Hayır. Sizden çok razıyım. Bize her hizmeti, fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere duâ etmekdeyim. Fakat; şimdi gitmemiz lâzım” buyurdu. Çocuklar; “Emr buyurduğunuz gibi olsun” dediler. Gece yarısı, sevdiklerinden bir başkasının evine göç ettiler. Ertesi gün, oğlu Muhammed Emîn Efendi, Ahmed Bey’in oğullarının çok üzüldüklerini söyledi ve; “Babacığım, o evde sabaha kadar kalsaydık ne olurdu?” dedi. Seyyid Fehîm hazretleri de; “Oğlum, şimdi kimseye söyleme! Bu gece, Ahmed bey, Mekke-i mükerremede vefât etti. Ev, yetim evi oldu. Mal, mîrâsçılara kaldı. Evvelce her şeyi kullanıyor, yiyip, içiyorduk. Çünkü Ahmed Bey’in seve seve helâl edeceğini biliyordum. Şimdi ise, bâzısını bilmediğimiz mirasçılar hak sahibi oldular. Rızâları olmadan bir şeyi kullanmak caiz olmaz. Kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım” buyurdu. Bir ay sonra hacılar döndü; Ahmed Bey gelmedi. Sorduklarında; “Bir gece yarısı, Mekke’de öldü” dediler. Hesâb ettiler. Tam o gece yarısı idi.
Vefâtından altı ay önce âhiret seferinin hazırlığına başladı, ölümün bir nîmet olduğunu, Hak, teâlâya kavuşturacağını, her sohbetinde geniş olarak îzâh ederdi. Şimdi medfûn bulunduğu kabrinin yerine nazar ederdi. Vasiyetini yaptıktan sonra son nefesini; zikir, murakabe ihlâs ve “İnnî küntü...” (Enbiyâ sûresi: 87) âyet-i kerîmesini okuyarak geçirdi. Her zikr ve tefekkürün sonunda da İlâhî, benim maksadım sen ve senin rızândır mânâsında; “İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî” okurdu. Vefât edeceği gün, ikindi namazını oturarak kıldı. Vücûdunun zayıflığından secdeden başını Seyyid Muhammed Emîn’in yardımı ile kaldırabildi. Secdeden kalkınca; “Er’refîk-ul-a’lâ” diyerek vefât etmiştir. Vefât haberi büyük bir üzüntüyle karşılandı. Temiz ve medhedilmekten âciz kalınan bir ömür yaşadı ve vefâtı büyük bir kayıb oldu. Binlerce talebesiyle sevenleri, yetim ve mahzun kaldı. Dokuz oğlu dört kızı vardı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1128
 2) Eshâb-ı Kiram; sh. 333
 3) Rehber Ansiklopedisi; cild-5, sh. 323
 4) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; cild-2, sh. 771