13 Nisan 2017 Perşembe

GARB OCAKLARI


Osmanlı Devleti’nin şimâli (kuzey) Afrika’daki üç eyâleti; Tunus, Cezâyir ve Trablusgarb’a verilen ortak ad. Bunların muhtar bir idareleri vardı.
On altıncı yüzyılda Kuzey Afrika kıyılarında, batıdan Portekizlilerle İspanyolların, doğuda da Osmanlıların katıldıkları büyük bir nüfuz mücâdelesi vardı. Türkler ilk defa olarak 1516’da Oruç Reis komutasında, İspanyollara karşı üstünlük kurarak Cezâyir’e ayak bastılar. Cezâyir bir aralık Tunus beyinin eline geçmiş ise de, 1525’de Hızır (Barbaros) tarafından geri alınmıştı. Akdeniz’i İspanyol gemilerine dar eden Hızır Reis, 1533’de Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın daveti üzerine İstanbul’a gelerek Osmanlı Devleti’nin hizmetine girdi. Büyük Türk denizcisi, Cezâyir beylerbeyi hil’atini giyerek kapdân-ı derya ünvânını aldı. Aynı yıl İstanbul tersanelerinde Barbaros Hayreddîn Paşa’ya verilmek üzere 61 parça gemi inşâ edildi. Böylece daha da güçlenen Barbaros, 1551’de Trablusgarb’ı 1574’de de Tunus’u ele geçirerek Osmanlı hâkimiyeti altına aldı.
Osmanlı Devleti’ne katılan diğer yerlerde olduğu gibi, bu üç Afrika ülkesinde de başlangıçta klâsik eyâlet teşkîlâtı kurularak, sâlyâneli birer beylerbeylik hâlinde doğrudan doğruya merkeze bağlanmışlardı. Sâlyâne yâni yıllıkla idare olunan eyâlet ve sancakların bütün varidatı kendi hazîne yetkilileri tarafından tahsil olunup, beylerbeyi ile sancakbeylerine ve kul (maaşlı asker) sınıfına hâsıl olan varidattan maaş verilir ve fazlası hazîneye gönderilirdi.

Cezâyir Ocağı

Barbaros Hayreddîn Paşa’nın Osmanlı Devleti hizmetine girmesiyle idaresinde bulunan Cezâyir, beylerbeylik olarak kendisine verilmişti. Şehrin muhafazası için de İstanbul’dan iki bin kadar yeniçeri gönderilerek Cezâyir ocağının temeli atıldı (1533). Bu mikdâr daha sonra yirmi bine kadar yükseltildi.
Bu kuvvetler Cezâyir’de Kasriyye denilen yedi kışlada bulunurlardı. Teşkilâtları yeniçerilerin bölük teşkilâtının aynı olup, bütün zabitlerinin üstünde en büyük zabit olarak yeniçeri ağası vardı. Cezâyir ocağında yeniçerilerden başka Türklerden müteşekkil süvârî bölükleri ile yerlilerden kurulu Mahazin adında başka bir atlı kuvveti de bulunuyordu. Cezâyir’de biri beylerbeyine ve diğeri yeniçeri ağasına âid olmak üzere Paşa ve Ağa dîvânları vardı. Kerrase denilen Paşa dîvânı; hazînedâr (defterdâr), vekilharç (gümrük emîni), emîr-i âhûr, beytülmâlci, azab ağası, kâdı ve yeniçeri ağasından müteşekkil idi. Paşa dîvânı eyâlet işlerine ve Ağa dîvânı da yeniçeri ocağı işlerine bakarlardı. Ancak Ağa dîvânı, 1618’den itibaren hükümet yâni beylerbeyine âid işlere karışmaya başlayınca, vâlilerin nüfuzu kırıldı. Çok kısa süren bu durumdan sonra reislerin 1671’de tekrar iktidarı almaları ile dayılık devri başladı. Nitekim ilk dayılar denizciler tarafından seçildiği hâlde, bir süre sonra yeniden kuvvet kazanan ocaklılar, seçimi kendileri yapmaya başladılar. Cezâyir’de on sekizinci yüzyılda vâlilerin hiç bir hüküm ve nüfuzları kalmadı. Dayının bir meclis tarafından seçilmesi usûlden ise de çok defa buna uyulmazdı. Dayının, vâli ve kendisini seçen meclisle iş görmesi îcâb ederken, dayılar mevkilerini sağlamlaştırdıktan sonra kaideye riâyet etmez oldular. Bu bölünme ve merkeze riayetsizlik on yedinci yüzyılda büyük ve küçük mühim bir yekûn tutan ve 1681’de Fransa’nın Akdeniz donanmasını mağlûb ederek yirmi dokuz gemisini zabtetmiş olan Cezâyir ocağı donanmasının güçten düşmesine sebebiyet verdi.
Nitkim on sekizinci asrın ilk yarısında Cezâyir donanması yirmi kadar gemiye sâhibti ve bu devirde evvelce yirmi bin olan Cezâyir yeniçerileri de beş bin hattâ iki bine kadar düştü. Bu durum, Cezâyir’in 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edilmesine kadar sürdü. Son dönemde artık beylerbeylik makamı tamamen kalkmış, ülke üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti yeni seçilen dayıya hil’at ve ferman göndererek onun me’muriyetini tasdik etmekten ibaret kalmıştı. Böylece hukuken Osmanlı topraklarından sayılan ve Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’de giriştiği deniz savaşlarına katılan Cezâyir’in dayıları, zaman zaman bağımsız bir devlet başkanı gibi hareket etmek, hattâ dış devletlerle ayrı ayrı andlaşmalar imzalamak imkânı bulmuşlardı.

Tunus Ocağı

Tunus 1534’de Barbaros Hayreddîn Paşa tarafından Benî Hafs hânedânının elinden alınarak Osmanlı ülkesine katıldı. Başlangıçta Cezâyir beylerbeyliğine bağlı olarak idare edilen Tunus, 1573 yılında doğrudan doğruya beylerbeylik yapıldı ve idaresi Haydar Paşa’ya verildi.
İnebahtı bozgununu müteâkib Tunus, haçlı donanması komutanı prens Donjuvan tarafından 1573’de işgal edildi. Ancak Yemen fâtihi meşhur Sinân Paşa ertesi sene donanma ile gelerek Tunus’u geri aldı ve şehrin muhafazası için de dört bin yeniçeri bıraktı. Tunus’un tekrar zaptından sonra daha güneyde ve sahile yakın olan Kayrevan hâkimi şeyh Abdüssamed, 1586’da Osmanlı Devleti’ne itaat ederek, kaleyi ve elindeki bütün toprakları Tunus beylerbeyine teslim etti.
Tunus’da beylerbeylik dönemi 1594’de yeniçerilerin ayaklanarak kendi bölükbaşılarından birini üç yıl için dayı seçmeleri sonucu son buldu. Başlangıçta seçimle işbaşına gelen dayılar bir müddet sonra Osmanlı hükümetinin denizcilerden birini veraset yoluyla dayı atamaya başlamasıyla babadan oğula geçer bir duruma geldi.
On yedinci asırda Tunus’un idaresi görünüşte beylerbeyi emrinde ise de,emîr-ül-evtan denilen Vatan sancakbeyinin yâni üç kişinin elinde idi. Bu üçlü kuvvetin nüfuz mücâdelesi Tunus’un idarî ve iktisadî gücüne önemli ölçüde darbe vurdu. Osmanlı pâdişâhları bunlara devamlı nasihat yollu fermanlar göndermiş ise de bunlara uyan çıkmamıştı. 1705 yılında Hüseyin bin Ali dayılık yönetimine son vererek idareyi tek elde topladı. Bu yeni durum Hüseynî sülâlesinin idare dönemi olarak Tunus’un 1881 yılında Fransız istilâsına kadar sürdü.

Trablusgarb Ocağı

Rodos 1522’de Osmanlılar tarafından fethedilince, kalede bulunan Sen Jan şövalyeleri buradan çıkarak Trablusgarb’a yerleşmişler ve burasını kendilerine üs yapmışlardı. 1551 yılında kapdân-ı derya Sinân Paşa ile Turgut Reis’in Trablusgarb’ı fethetmesine kadar sürdü.
Trablusgarb alındı, eyâlet olarak, Turgut Reis (Paşa) idaresine verildi. Turgut Paşa Malta muhasarasında şehîd düşünce, bir aralık Cezâyir’e bağlanan Trablusgarb, sonra tekrar ayrıldı. Ancak 1609’da dayılık usûlünün, diğer ocaklarda olduğu gibi, Trablusgarb’da kabulü, beylerbeylik sisteminin eski otoritesinin kaybına sebeb oldu. 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, hem dayı hem de paşa olarak, Trablusgarb’ın idaresini eline geçirince, bölgede Karamanlı sülâlesinin hâkimiyet devri başladı. 1835’e kadar devam eden bu dönemde Trablusgarb, babadan oğula olarak hep Karamanlı ailesine geçmekle beraber, bir beyin ölümünden sonra yenisi, ulemânın ve halkının tasvîbi de alınmak suretiyle, askerler tarafından seçiliyor ve seçimin Osmanlı pâdişâhı tarafından tasdîk edilmesi gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyıl başlarında aile arasında beylik çatışmaları kanlı bir safhaya girdiğinden, Osmanlı hükümeti 1835 yılında müdâhalede bulunarak Trablusgarb’ı tekrar, bir eyâlet olarak merkeze bağladı. Böylece kuvvetli bir idareye kavuşan Trablugarb’ın elden çıkması, Cezâyir ve Tunus kadar kolay olmadı. Ancak sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın 1908’de tahttan indirilmesinden sonra, Osmanlı Delveti’nin içine düştüğü bunalımlı devreden istifâde ile İtalyanlar kaleyi işgal ettiler (1912).
Garb ocaklarının, 1580 yılına kadar bir mal defterdârı bulunuyordu. Cezâyir’in uzaklığı sebebiyle bu târihten sonra oraya ayrı bir defterdâr tâyin olunmuştu. Garb ocakları yıllıklı (sâlyâneli) eyâletlerden oldukları için her beylerbeylik masrafları çıktıktan sonra devlet hazînesine yirmi beş bin altın gönderiyordu.
Garb ocaklarından her birinin uhdesinde donanma mevcûddu. On yedinci yüzyıldan îtibâren yöneticilerinin çoğu ecnebî devletlerle andlaşmalar yapar ve mektuplaşırlardı. Bu üç eyâletten, en kuvvetli donanmaya sâhib olan Cezâyir eyâleti idi. Bunların geçimleri korsanlık ve muhârebeye dayandığından mükemmel donanmaları vardı. Cezâyir donanmasının faaliyeti yalnız Akdeniz’e münhasır değildi. Bunlar, Cebel-i târık (Sebte boğazını) aşarak Kanarya adaları, İngiltere, İrlanda, Flemenk, Danimarka ve hattâ İzlanda adasına kadar donanma akınlarını uzatmışlardı. Büyük Britanya adası civarındaki Lundy adasını zaptederek bir müddet oturan Cezâyirliler, daha sonra adayı İngiliz korsanlarına yüklü bir para mukabilinde satmışlardı.
Garb ocakları donanmaları Osmanlıların bütün Akdeniz muhârebelerinde Osmanlı donanmasıyla birlikte bulunmuşlardır. Lüzumu hâlinde bu üç ocağa ilkbaharda donanmaya katılmaları için pâdişâh tarafından ferman gönderilir, onlar da gemi reîsi olan ve dayı denilen başbuğları ve çeşitli kadırga ve kalyonlarıyla sefere katılırlardı.
Garb ocakları iki-üç senede bir pâdişâha hediyeler takdim ederler, buna mukabil tersaneden gemi levazımı, top, barut ve hattâ gemi tedârik ederlerdi. Bunların İstanbul’daki bütün işleri kapdan paşa vasıtasıyla görülürdü.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-1. kısım-2, sh. 247
 2) Osmanlı Târihi Deyimleri; cild-1, sh. 646
 3) Rehber Ansiklopedisi; cild-6, sh. 128