6 Nisan 2017 Perşembe

ABDÜLKERİM NADİR PAŞA


Son devir Osmanlı serdâr-ı ekremlerinden. 1807’de Rumeli’nin Zağra’ya bağlı Çırpan kasabasında doğdu. Babası kale yamaklarından Ahmed Ağa’dır. Halk arasında memleketine nisbetle Çırpanlı Abdi Paşa diye meşhur olan Abdülkerîm Paşa, genç yaşta İstanbul’a gelip Asâkir-i Mensûre-i Muhammediye ordusuna girdi. Eğitimini tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi’nin ilk açılış yıllarında Maçka kışlasında kurulan mekteb taburuna teğmen tâyin edildi.
1835 senesinde askerî alanda yetişmek üzere Viyana’ya gönderildi ve beş sene kaldıktan sonra miralay rütbesi ile İstanbul’a dönerek erkân-ı harbiye reisliğine tâyin edildi. O zamanlar Avrupa’da eğitim ve tahsil görenlere fazla îtibâr edildiğinden, tanzîmâtçıların himayesine mazhar oldu ve kısa zamanda yüksek rütbelere kavuştu. 1846 senesinde feriklik rütbesi ile Dâr-ı şûrâ-yı askerî âzâlığına, bir sene sonra da Mekâtib-i askeriye nezâretine getirildi. 1847 senesinde de devletin mevcûd beş ordusuna ilâve olarak kurulan ve merkezi Bağdâd’da bulunan altıncı orduya müşir rütbesi ile komutan tâyin edildi. Daha sonra Bağdâd, Diyarbekir ve Erzurum vâliliklerinde bulundu.
Abdülkerîm Paşayı himaye edenlerin önde gelenlerinden olan Alî Paşa 1851 senesinde sadrâzam olunca, Diyarbekir vâlisi olan Abdülkerîm Paşa’yı birinci ordu komutanlığına getirdi. 1853’de Osmanlı-Rus savaşı başladığında Anadolu ordusu komutanı idi. Ordusu ile Gümrü’ye kadar ilerledi ise de, geri çekilince azledilerek önce Selanik, sonra da Rumeli vâliliğine getirildi. Vâliliği srrasında bizzat askerin başında eşkıya takibine çıkarak asayişi sağlamak için büyük gayret gösterdi.
1876 senesinde İstanbul’a çağrılan Abdülkerîm Paşa, önce Meclis-i âlî üyeliğine, sonra bahriye nâzırlığına tâyin edildi. Dört ay sonra da Derviş Paşa’nın yerine serasker oldu. Mahmûd Nedîm Paşa hükûmetinin düşmesi ile sadârete gelen Mütercim Rüştî Paşa hükûmetinde yerini Hüseyin Avni Paşa’ya bıraktı. Kendisi ise tekrar serdâr-ı ekremliğe tâyin edildi ve ortaya çıkan Bulgar isyânını bastırmak üzere Rumeli’ye gönderildi. Bulgar isyânını bastırdı. Ancak Rusya’nın müdâhalesi ve Sırbistan’ın da ayaklanması Osmanlı Devleti’ni zor durumda bıraktı. Sırp isyânını bastırmakla vazifelendirildi ve Sırpları mağlûb etti. Ancak bir yabancı devletin müdâhalesinin olabileceğini düşünen İstanbul hükûmeti, buna meydan bırakmayıp serdâr-ı ekrem Abdülkerîm Paşa’ya derhâl Belgrad üzerine yürümesi ve Sırpları barışa zorlaması konusunda emir verdi. Yaptığı muhârebeler neticesinde Sırp kuvvetlerinin büyük kısmının toplandığı ve en çok güvendikleri Alesinatz mevkiini ele geçirince şöhreti bir kat daha arttı.
İkinci Abdülhamîd Han’ın ilk zamanlarında çıkan 1877 Osmanlı-Rus harbinin başında, Rumeli’de serdâr-ı ekrem olarak Abdülkerîm Nâdir Paşa bulunuyordu. Düşmanın Tuna’yı kolaylıkla geçip Türklerin buna engel olamayışı bütün dünyâyı şaşırttı. Nâdir Paşa’nın bu başarısızlığı, îzâhı kabil olmayan ve askerlik bakımından savunulmayacak bir husustu. Bu sebebten Abdülhamîd Han, serdâr-ı ekremi; dîvân-ı harbe sevk etti. Bunun, üzerine önce Midilli ve daha sonra da Rodos’da mecburî ikâmete tâbi tutuldu. 1883 senesinde Rodos’ta vefât etti.
Savaşı, Abdülhamîd Han’ın Yıldız’dan idare ettiği için kaybettiğini ileri süren eski bir iddiâ, Türk Târih Kurumu tarafından yayınlanan vesikalarla tamamen çürütülmüştür. Saraydaki seraskerlik kurmayları, bâzı müşirlerin zararlı davranışlarını kısmen olsun önliyebilmek için bâzan müdâhale etmişler ve pâdişâh nâmına emir vermişlerdir.
Abdülkerîm Paşa, namuslu ve tam mânâsı ile askerdi. Devrinde askerliğe âit bilgisi ile tanınmıştı. Fakat bu şöhreti nisbetinde başarı gösteremedi. Davranışları ağır ve pek keskin olmayan zekâya sahipti. Meclislerde hiç konuşmadan saatlerce otururdu. Okuldan ve alaydan yetişme subayların aralarındaki farkı; “öncekilerin gözü var ayağı yok, ikincilerin ayağı var gözü yok” şeklinde anlatması meşhurdur. Abdülkerîm Paşa, Alî ve Fuâd paşaların takdirlerini kazanmış, Hüseyin Avni Paşa’ya da bağlanmıştı. Mizaçları, düşünceleri, devlete bağlılıkları tamamen farklı olan iki paşanın anlaşmaları, o günün şartlarının karışıklığı bakımından oldukça dikkat çeker.

RUS KONSOLOSUNA CEVAP

Abdülkerîm Nâdir Paşa, vatanperverdi. Şu hâdise onun bu husustahi titizliğini göstermek bakımından önemlidir. Rumeli’de ordu komutanı iken, Sofya’da bütün konsolosları yemeğe davet etmişti, Rus konsolosu o günlerde, Bulgarları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıyordu. Konsolos, bu suçuna rağmen şımarık ve azgın bir hâlde yemek sofrasına gelince, Paşa; “Biz Türklerde iki söz vardır: Misafire ikrâm edilir. Buyur otur. İkinci söz de misafir umduğunu değil bulduğunu yer derler. Bir daha fesâd çıkarma. Vallahi sana yemek yerine elimle bir dayak atarım ki, buradan ölün çıkar” dedi. Sonra hizmet edenlere dönerek; “Bugün ikrâm edin. Belki aklı başına gelir” diye emretti. Bu hâdiseden bir süre sonra Rumeli’deki karışıklıkları görüşmek için sadrâzam Mahmûd Nedim Paşa’nın başkanlığında Meclis-i hass-ı vükelâ toplandı. Rus tarafdârlığından dolayı halkın Nedimof dediği sadrâzam, Rus sefiri İgnatiyefin telkinleri ile, Rumeli’de huzurun ancak Bulgarlara kilise ve mektep serbestliği tanımak suretiyle olacağını savunuyordu. Ortodoks kilisesinin ne zamandan beri komitacılarla dolu olduğunu bilen Abdülkerîm Nâdir Paşa, dayanamıyarak; “A be Paşa, bunları bilerek mi söylersiniz? Biz Sofya’da Rus sefirini dövmeye kalkmıştık. Dayağı asıl hak edenler, dayağın sevabına fetva verecek yerlerde otururlar da haberimiz yok. Vah zavallı memleketim vah...” diyerek toplantıyı derhâl terk etti ve Meclis-i hass-ı vükelâ âzâlığından istifa etti.
Böylesine vatanperver olan Abdülkerîm Paşa, Doksanüç harbinde eğer Rusların ağır hareketlerinden faydalanarak Türk birliklerini Tuna kıyılarına toplayıp, Rusların Tuna’yı geçmelerini önlemiş olsaydı, devletin ve harbin kaderi üzerinde muhakkak etkisi olurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3090
 2) Târih Musâhebeleri (Abdurrahmân Şeref, İstanbul-1340); sh. 240
 3) Abdülhamîd’in Hâtıra Defteri (Neşr. İsmet Bozdağ, İstanbul-1982); sh. 93
 4) Mir’ât-ı hakikat (Mahmûd Celâleddîn Paşa, Neşr. İsmet Miroğlu, İstanbul-1983); sh. 295
 5) Mir’ât-ı Mekteb-i Harbiye (M. Es’ad, İstanbul-1310); sh. 11
 6) Sicilli Osmânî; cild-3, sh. 358
 7) Târih-i Lütfi; cild-8, sh. 80