İnsanların İslâmiyet’i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhud müslümanların; dînine, vatanına ve namusuna tecâvüz eden düşmanı def etmeleri için yapılan muhârebe. Gazâ lügatte, harb maksadıyla düşmana yönelmek, sefere çıkmak, gayr-i müslimlerle çarpışmak demektir. Gazâ kelimesi, Kur’ân-ı kerîmde geçmemekle birlikte, aynı anlama gelen “kıtal”ve “cihâd” kelimeleri ile sık sık tekrarlanmaktadır. Çoğulu gazâvâttır.Cihâd da aynı mânâdadır.
Gazâdan selâmetle çıkana gâzî ve mücâhid denir. Ölen şehîd olup yüksek derecelere kavuşur. Gâzi tâbiri şehîd lafzı gibi Peygamber efendimiz zamanından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Resûlullah efendimiz şehîd ve gâziliğin mânevi kıymetlerini bir çok hadîs-i şerîfleriyle ümmetine bildirmiştir.
İlk müslümanların hemen hepsi harbe gittiklerinden, bu ünvân hepsinde vardı. Sonraları İslâmiyet’in her yere yayılıp genişlemesiyle müslümanlardan bir kısmının gazâya gidip, diğerlerinin kalması neticesinde, gâzi ünvânı tahsîsen muhârebeye gidip dönenler için kullanıldı.
İslâmiyet’te gazâ; ülkeler fethetmek, başka memleketlere hâkimiyet kurmak, kuru kavga ve döğüş, memleketleri yıkmak, insanları öldürmek olmayıp; İslâm’a davetle, insanların ebedî saadete kavuşmalarına vesile olmak, İslâmiyet’i tanıtarak kendiliklerinden seve seve müslüman olmalarına çalışmak demektir. Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kiram (radıyallahü anhüm) ile sünnî olan İslâm devletleri meselâ Osmanlılar, hep böyle gazâ ve cihâd ettiler.
Kayı boyu, Anadolu’ya yerleşen diğer Türk boylarına nazaran, müslüman devletlerin ileri karakolu mesabesinde Bizans’a en yakın olanı ve onlarla en çok çarpışanı idi. Onun içindir ki, Ertuğrul Bey ile Osman Bey, din uğruna yaptıkları gazâları ve muvaffakiyetlerinden ötürü gâzi ünvânı ile anıldılar.
Gazâ yapabilmek için müslümanların kâfirlerde bulunan harb vâsıtalarının hepsini yapmaları ve kullanabilmeleri farz-ı kifâyedir. Ancak İslâm’da kuvvet hazırlamak, mümkün olduğu kadar mükemmel harb vâsıtaları yapmak, mutlaka harb yapmak maksadı ile değildir. Bilâkis, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen düşmanların cesaret ve cür’etlerini kırıp, harb gibi bir tehlikenin meydana gelmesine mâni olmak, sulhun devamını sağlamaktır. İslâmiyet sulhu esas almıştır. Sulh içerisinde yaşamak mümkünse harbe gidilmez. Bu sebeble usûl-ü fıkıhta; harb etmek, bizatihi güzel görülmemiş, başka sebeble insanları İslâm’a davet etmek, müslümanlıkla şereflenmelerine vesile olduğu için güzel görülmüştür.
Gazâya; ya bedenle katılarak yâhud mal ile veya görüşü ile yardım ederek, yâhud yaralıların tedavisine bakarak veya ordunun yiyecek ve içeceklerini hazırlamak gibi elden gelen gayretler gösterilerek iştirak edilir. Orduya maddî yollarla yardım yapıldığı gibi, duâ ile de yardım edilir. Hattâ İmâm-ı Rabbani (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurmaktadır: “Duâ ordusunun askerleri, gazâ ordusunun askerlerinden daha ehemmiyetlidir. Onların ruhu durumundadır. Bu sebeble Resûlullah efendimiz; askeri, ordusu olduğu hâlde, muhâcirlerin fakirlerini vesile ederek duâ buyururlardı.”
Gazâ, farz-ı kifâyedir. Müslümanların bir kısmı bu farzı yerine getirince diğerlerinden düşer, günahkâr olmazlar. Kimse yerine getirmezse, bütün müslümanlar günahkâr olur. Çocuğa, kadına, köleye, kör, topal, el ve ayağı kesilmiş kimseye gazâ yâni cihâd farz değildir. Düşman, bir İslâm beldesine hücum eder, umûmî seferberlik îlân edilirse, eli silâh tutan herkesin harbe iştirak etmesi farz-ı ayn olur.
Osmanlı pâdişâhları diğer İslâm sultanları gibi bizzat harbe iştirak etmişler, harp meydanında can (şehîd) vermişlerdir. Osmanlı sultanlarına gâzilik, fetvaya istinaden verilirdi. Osmanlı sultanlarından en son gâzi ünvânını alan sultan İkinci Abdülhamîd Han’a gâzilik tevcihine âid fetvayı şeyhülislâm Hayrullah Efendi vermiştir.
“Minnet Hudâya ki iki cihânda kılıp saîd
Nâm-ı şerifin eyledi hem gâzî hem şehîd.”
Nâm-ı şerifin eyledi hem gâzî hem şehîd.”
Arab edebiyatında gazâları ve gâzilerin kahramanlıklarını anlatan eserleremegâzi denildi. Türk edebiyatında ise, bu tür eserlere gazânâme veyagazâvâtnâme ismi verilmiştir. Gazânâmelerde, düşmanla yapılan tek bir muhârebe, gazâvâtnâmelerde ise daha fazla muhârebeye yer verilir. Gazâlarda fetih veya zafer söz konusu değildir. Gazâ yalnız muhârebeden ibarettir. Bir şehrin veya bir kalenin alınmasını anlatan eserlere fetihnâmedenir. Fetihleri ve düşmanın yenilmesi ile sona eren muhârebeleri anlatan gazânâmelere zafernâme denilir. Bunlar sonradan birbiri ile karıştırılmış, fetihname ve zafernâmelerin hepsine gazâvâtnâme; son devirlere âid muhârebeleri anlatan eserlere de zafernâme denilmiştir.
Edebî vasıfları da olan başlıca gazâvâtnâmeler şunlardır: Gazâvât-ı Sultan Murâd Han, Enîs-ül-Guzât, Gazâvât-ı Sultan Süleymân, Gazâvât-ı Hayreddîn Paşa, Gazâvât-ı Tiryâki Hasan Paşa, Gazâvâtnâme-i Halil Paşa, Gazâvât-ı Gâzi Hasan Paşa, Gazânâme-i Cezzâr Gâzi Ahmed Paşa.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Gazâvâtnâmeler (A. Sırrı Levent)
2) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 654
3) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-5, Sh. 134