8 Mayıs 2015 Cuma

NİŞANCI


Osmanlı devlet teşkilâtında dîvân-ı hümâyûn üyelerinden olup, pâdişâh adına yazılacak fermanlara, berâtlara, nâmelere hükümdarın imzası demek olan tuğrayı çekmekle görevli olan me’mur. Bâzı târihî kaynaklarda muvakki, tevkiî ve tuğrâî isimleriyle anılır. Pâdişâhın emri bulunan ve baş tarafında tuğra çekilmiş olan vesîkalar, Osmanlı teşkîlât dilinde, nişân-ı şerîf-i sultânı, nişân-ı hümâyûn, tuğrâ-yı garrâ-i hâkânî, tevkî-i hümâyûn gibi isimlerle anılırdı. Ancak, bunlara nişan denmesi daha yaygındı. Ayrıca on sekizinci yüzyılın başına kadar nişancılar, devlet tarafından yeni çıkarılan kânunların İslâm hukukuna uygunluğunu kontrol ettiklerinden, kendilerine müftî-i kânun da denirdi. Ayrıca devlet arazi kayıtlarını ihtiva eden tahrir defterlerindeki düzeltmeler ve değiştirmeler de önemli vazîfeleri arasındadır.
Hazret-i Ömer, istidaları (dilekçeleri) bizzat kendisi cevaplandırırdı. Bir defasında Amr bin Âs’a (r. anh); “Emirin senin hakkında nasıl olmasını istiyorsan, sen de halk hakkında öyle ol!” diye yazmıştı.
Abbasîler devrinde tevkî’yazılması için dîvân-ül-inşâ denilen dâire kurulmuştur. Bu dâire Büyük Selçuklu Devleti’nde tuğra kelimesi kullanılarak dîvân-ı tuğra ismini almıştır. Türkiye Selçuklu Devleti’nde büyük dîvânda bulunan ve arazi defterlerine bakan ve dirlik tevcih beratlarını hazırlayan dâire başkanına pervaneci denilmiştir.
Orhan Gâzi zamanında pâdişâha âid berat ve tuğraların mevcudiyetinden, nişancı denen görevlinin bu târihten îtibâren var olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı târihinde tesbit edilebilen ilk nişancı olan meşhur İslâm âlimi Cezerî’nin oğlu Muhammed Asgar’dan îtibâren bu me’mûriyette vazîfe yapan bütün nişancılar, devletin nizamlarına, teşkilâtına ve müesseselerine dâir kânunların toplanıp neşredilmesinde başlıca rolü oynadılar. Leyszâde Mehmed bin Mustafa, Fâtih Kanunnâmesi diye bilinen kânunnâme-i Âl-i Osman’ın bir araya getirilmesinde ve yazılmasında en büyük pay sâhiplerindendir. Nişancılık vazifesinde bulunanların, teşkilâtın işleyişine dâir bir hizmetleri de, dîvândan çıkan fermanların tertîb, imlâ ve inşâ hususunda koydukları kaidelerdir. Konulan bu kaideler, haleflerince de aynen tatbik edilmiştir. Bununla beraber, meselâ Tâcizâde Cafer Çelebi, Koca Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi, Ramazanzâde’nin kendilerine mahsus ferman ve meşhur yazış tarzları vardır.
Nişancılar, on altıncı asır başlarına kadar ilmiye sınıfı arasından ve inşâsı yâni kalemi (yazma san’atı) kuvvetli olanlardan seçilirdi. Fâtih Kânunnâmesi’ne göre nişancıların dâhil müderrisleriyle Sahn-ı semân müderrislerinden tâyin edilmeleri kânundu. On altıncı asrın başlarından îtibâren dîvân kalemi hey’eti arasında yetişmiş olanlardan nişancılık yapabilecek reîsülküttâb varsa, onlar nişancı olurlar, bulunmazsa müderrisler arasından seçilirlerdi. Nişancıların tâyininde kendi me’mûriyetlerine âit berat verilmez, pâdişâhın şifahî iradesiyle tâyin edilirlerdi. Çünkü bunlar bizâtihî îtimâda lâyık addedilmişlerdi. On altı ve on yedinci asır kanunnâmelerinde nişancının vazifeleri kaydedilmektedir. Bunlara göre; nişancı tuğra-i şerîf hizmetiyle me’murdur. Önce nişancı dâiresinde kânunla ilgili hüküm yazılırdı. Mümeyyizi (müsveddeyi yazan kâtip) tashîh ettikten sonra nişancı tuğralarını çekerdi. Nişancılar Arapça ve Farsça olarak İslâm devletlerinden gelen nâmeleri tercüme ederek sadrâzama takdim ederlerdi.
Nişancılar yalnız kendi dâirelerinde tuğra çekmeyip, dîvân-ı hümâyûnda da tuğra çekerlerdi. İşleri fazla olursa kubbe vezirlerinden en kıdemsizi kendisine yardım ederdi.
On altıncı yüzyılda nişancı, dîvân kaleminin şefi olup, reîsülküttâb ile defter emîni onun maiyyetinde bulunurdu. Nişancılar protokolde sadrâzamın sağında, vezirlerin alt yanında yer alırdı. Rütbesi vezir olan nişancı, baş defterdârdan önceydi, vezîr değilse, derece bakımından sonra gelirdi. Nişancı, Dîvân-ı hümâyûn üyesi olmasına rağmen vezir rütbesine sahip olmadıkça, kânuna göre arz günleri pâdişâhın huzuruna kabul edilmezlerdi.
Devlet teşkilâtında önemli yeri olan nişancıların, kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. On yedinci asır sonlarında kaleme alınmış olan Tevkiî Abdurrahmân Paşa kanunnâmesinde, nişancılara mahsus olan kıyafet şöyle tarif edilmektedir: Mücevveze sarık sarar, saf (yün) üstlük, lokmalı kutnî (pamuk) iç kaftanı ve orta abayı giyer. Ayrıca bu kanunnâmede nişancıların 400 akçelik hasları olduğu ve sadrâzamla her zaman görüşebildikleri yazılıdır.
On sekizinci yüzyıla kadar önemini muhafaza eden bu me’muriyetîn îtibârı sonradan azaldı. On sekizinci yüzyıl sonlarında vazîfeleri yalnız sadrâzamların mührünü basmaktan ibaret oldu. 1836 yılında kaldırılan nişancılığın görevi, defter eminliğine verildi. Mühim fermanların üzerine tuğralar, Bâb-ı âlî (Bkz. Bâb-i âlî); diğerleri defter emîni tarafından vazifelendirilen me’murlarca çekildi. 1838’de defter eminliği ile Bâb-ı âlî tuğranüvisliği (tuğra yazıcılığı), Bâb-ı âlî’de bulunan bir me’mura verildi.
Tanzîmât’tan sonra nişancılığın vazifeleri bir kaç me’mûriyete dağıtıldı. Aslî vazîfeleri mâbeyn başkâtipliği ile hâriciye nâzırlığına devredilirken, ikinci derecedeki vazîfeleri mâliye ve defter-i hâkânî dâirelerinde görülmeye başlandı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Târihi Lügati; sh. 336
2) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı; sh. 214
3) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-2, sh. 697
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 135