21 Ekim 2017 Cumartesi

BEHAİ EFENDİ


Otuz ikinci Osmanlı şeyhülislâmı. Asıl adı Mehmed’dir. Şeyhülislâm Hoca Sa’deddîn Efendi’nin torunu ve Rumeli kazaskeri Abdülazîz Efendi’nin oğludur. Nesebi, Yavuz Sultan Selîm Han döneminin tanınmış şahsiyetlerinden Hasan Can’a ulaşmaktadır. Azîzzâde veya Behâî Efendi diye meşhur olmuştur. 1595 senesinde İstanbul’da doğdu.
Çocukluğundan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Behâî Efendi, zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Şeyhülislâm Abdürrahîm Efendi’den ilim öğrendi. Kısa müddet içinde şöhreti her tarafa yayıldı. Yüksek fazîleti ve şöhreti, Rumeli kazaskeri Molla Muhammed bin Abdülganî Efendi’ye ulaştığı zaman, insanların mübalağa ettiğini zannetti. Behâî Efendi ile karşılaşıp, ilmî sohbette bulunmak istedi. Görüşüp sohbette bulunduktan sonra, anlatılanların da üzerinde yüksek dereceye sâhib olduğunu gördü ve üstünlüğünü kabul etti.
1617 senesinde babası ile beraber Mekke-i mükerremeye gidip hac farizasını yerine getirdi. Dönüşünde amcası şeyhülislâm Es’ad Efendi’den de ilim öğrenip, yanında mülâzım yâni stajyer olarak görev yaptı. Amcası ile birlikte Türkçe şiirler yazmaya başladı. Yazdığı şiirini, şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye takdîm ederek, bir mahlas (şâirin şiirde kullandığı isim) istedi. Yahyâ Efendi, Arif-i billah Şeyh Behâeddîn Nakşîbend’in soyundan olduğu için “Behâî” mahlasını uygun gördü.
Behâî Efendi, İstanbul’da bâzı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, Şehzâde Medresesi müderrisliğine tâyin edildi. Bu vazifesi esnasında yazdığı bir kasîdeyi sultan dördüncü Murâd Han’a takdîm etti. Sultân’in iltifatına kavuşup 1630 yılında Selanik kâdılığına tâyin edildi. Sonra bu vazîfeden alındı ve 1633 senesinde Haleb kâdılığına getirildi. Çıkarılan bâzı asılsız iddialar üzerine görevden alınarak 1634’de Kıbrıs’ta mecburî ikâmete tâbi tutuldu. Bir sene sonra İstanbul’a dönen Behâî Efendi; 1638’de Şam, 1644’de Edirne, 1645’de İstanbul kâdılıklarına tâyin edildi. 1646’da Anadolu kâdıaskerliğine getirildikten bir ay sonra Rumeli kâdıaskerliğine yükseltildi.
Behâî Efendi, 1649’da Abdürrahîm Efendi’nin yerine şeyhülislâmlık makamına getirildi. Bir sene dokuz ay on beş gün bu yüksek makamda kaldıktan sonra, tütünün haram olmadığına dâir fetva vermesi üzerine 1651’de bu vazîfeden alındı ise de 1653 senesinde tekrar şeyhülislâmlığa getirildi. Bu vazifesi esnasında, boğmaca hastalığına yakalanarak 1654 senesinde İstanbul’da vefât etti. Cenazesi Fâtih Câmii’ne bitişik konağının yakınında bir yere gömüldü. İkinci şeyhülislâmlık müddeti bir sene dört ay on yedi gündür. Toplam şeyhülislâmlık müddeti ise, üç sene iki ay iki gündür.
Behâî Efendi aynı zamanda devrinin önemli şairlerindendir. Onun tâkib ettiği ve seviyesine ulaşmaya çalıştığı çağının dîvân şiirinde tanınmış şâirlerden şeyhülislâm Yahyâ ile Bâkî’nin te’sirinde kalmıştır. Dîvân şiiri geleneği içinde çok az şiir yazan Behâî Efendi, küçük bir Dîvân bırakmıştır. Behâî Efendi şairlik şöhretini gazelleri ile kazanmıştır. Kırkdan fazla olan gazellerinde konu ve tema olarak yer yer Allahü teâlânın aşkı ve sevgisi, O’ndan ayrılığın acılığı, O’na duyulan yakıcı özlemi de işlemiştir. Böyle olmasına rağmen münâcât ve na’t gibi şiirlere yer vermemiştir. Gerek duygu, hayal dolgunluğu ve etkinliği, gerekse ifâde düzgünlüğü ve söyleyiş güzelliği açısından, dîvân şiiri geleneğinde bu tarzın en güzel örnekleri arasında yer alır. Özellikle bunların;
Dağıttın hâb-ı nâz-i yâri ey fer-yâd n’eylersin
Edüp fitneyle dünyâyı harâb-âdâd n’eylersin
Dünyâyı, harâb etti o mestâne bakışlar
Ol çeşm süzüşler o gazalâne bakışlar.
Geh bana geh ol hançer-i bürrâna bakarsın,
Maksûdun eğer cân ise câna ne bakarsın,
gibi matla yâni başlangıç beytli olanları, baştan sona kadar aynı akışı, güzelliği ve olgunluğu devam ettiren, dîvân şiirinde benzeri az bulunan şiirlerdir. Zâten onda muzdarib ve hicranlı söyleyişler yanında şûh bir zevk hissedilir.
Behâî Efendi’nin dili, Farsçanın etkisindedir. Kelime hazînesindeki Arabca ve Farsça oranında ise, devrinin genel görünümünün dışında fazla bir şey yoktur. Behâî Efendi, özellikle kendi devrinin şâirleri arasında oldukça takdir ve rağbet görmüş bir şâirdir. Zamanının; Nailî, Neşâtî, Nâbî, Nahîfî, Nazîm gibi değerli şâirleri onun hakkında kasîdeler söyledikleri gibi, şairliğini övmüşler ve şiirlerine nazîreler yazmışlardır.
Şeyhülislâm Behâî Efendi’nin şeyhülislâmlığı sırasında verdiği fetvaların toplandığı basılmamış olan bir eseri ile şiirlerinin toplandığı bir Dîvânı ve ayrıca Arabça ve Farsça bâzı eserlere yazdığı tâlîkâtı vardır.
Behâî Efendi, yüksek ilim, keskin zekâ ve kuvvetli hafızaya sâhib idi. Olayları çabuk kavrardı. Halîm, selîm, zerâfet sahibi bir zât idi. Kâdılığı ve şeyhülislâmlığı esnasında, adaletle hükmetmiş, doğruluktan ayrılmamış, hak ve hakîkati söylemekten çekinmemişdi. Tütün içmenin mübâh olduğuna dâir; “Bir şey, özellikle zevki okşayan şeyler, haramlığına kesin ve açık delîl olmadıkça mubahtır. Çünkü, mübahlık eşyânın aslında var olan bir vasıftır” şeklinde verdiği fetvasından dolayı, zamanındaki bâzı kimseler ona cephe almışlardı. Kâtib Çelebi onun hakkında; “Merhum, yumuşak tabiatlı, zekî ve doğru düşünen bir kimse idi. Abdürrahîm Efendi, merhumdan sonra onun gibi şeyhülislâm gelmedi” diyerek üstünlüğünden bahsetmiştir.
Dîvan’ından:
Ey rahmeti çok olan Hüdâ-yı müteâl,
Mücrimlere ettiğinde îsâl-inevâl
Dil suhtegân-ı dûzâh-ı hicranın,
Bir Cennete irgür ki adı visâl
(Açıklaması: Ey rahmeti ve bağışlaması bol olan yüce Rabbim! Günahkârlara bağışta bulunduğunda, senin rızândan uzak olmuş, Cehennem’den yana gönlü yanıkları, adı “kavuşma” olan bir Cennet’e ulaştır.)
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) İslâm Alimleri Ansiklopedisi; cild-16, sh. 40
 2) Hulâsat-ül-eser; cild-4, sh. 2
 3) Cihânnümâ; sh. 21
 4) Devhat-ül-meşâyıh; sh. 57
 5) Mîzân-ül-hak; sh. 43
 6) Sicilli Osmânî; cild-2, sh. 28
 7) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-2, sh. 1415
 8) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; cild-1, sh. 464
 9) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı) cild-3, kısım-2, sh. 468
10) Türk Klasikleri; cild-5, sh. 168
11) Şeyhülislâm Behâî Hayâtı ve Eserleri (S.N.Ergun, İstanbul-1933)
12) Şeyhülislâm Behâî Efendi’nin Dîvân’ından Seçmeler. (H. Tolasa, İstanbul-1979)
13) İlmiye Sâlnâmesi