13 Ekim 2017 Cuma

ABDÜLVEHHAB-I ŞARANİ


Osmanlılar zamanında Mısır’da yetişen ulemâ ve evliyânın en büyüklerinden. İmâm-ı Şa’rânî ve Kutb-i Şa’rânî lakabıyla meşhur olup, Aliyy-ül-Havvâs’ın talebesidir. Nesebi; Abdülvehhâb bin Ahmed bin Ali bin Ahmed bin Muhammed bin Zerka bin Mûsâ bin Sultan Ahmed Tilmsânî Ensâri’dir. Mısır’ın Kalkaşend kasabasında, 1493 (H. 898)’de doğdu. Nesebi, silsile hâlinde Peygamber efendimize ulaşır. Dedesi, Tilmsân sultânı idi. Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Şafiî mezhebi fıkıh âlimidir. Hadîs-i şerifler üzerinde çok çalışarak, hadîs âlimi, aynı zamanda Aliyy-ül-Havvâs hazretlerinden tasavvufu öğrenerek, büyük velîlerden oldu. Pek çok kerâmetleri görüldü. Üç yüzden ziyâde eser yazdı. Zamanının kutbu olduğu bildirildi. 1565 (H. 973)’de Mısır’da vefât etti. Zahirî ve bâtını ilimlerde çok yüksek derecelere ulaştı. Kendisinden önceki İslâm âlimlerinin yazdıkları kıymetli kitapların hepsini okudu. Bunlardan bâzısını defalarca okuduğu gibi bir kısmını da ezberledi.
Abdülvehhâb’ı, babası küçük yaşında ilim tahsiline verdi. Henüz yedi yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sekiz yaşında geceleri teheccüd namazlarını hiç terk etmez oldu. Bir işe başlayınca, en ince ayrıntılarına kadar iner ve eksiksiz yapardı. Çalışkanlığı ve anlayışı ile hocalarının kısa zamanda gönüllerini fethederdi. Hocalarından okuduğu kitapları kolayca ezberlerdi. Genç yaşında, hadîs ve fıkıh ilimlerinde üstâd oldu. Tasavvuf yolunda çalışarak, pek çok velînin feyz ve teveccühlerine kavuştu. Bunlardan en başta geleni Aliyy-ül-Havvâs hazretleridir. Ayrıca; Muhammed Mağribî, Muhammed bin Anân, Ebü’l-Abbâs Gamrî, Nûreddîn Hasenî, Şeyhülislâm Zekeriyyâ el-Ensârî, Ali Darîr, Ali bin Cemâl, Abdülkâdir bin Anân, Muhammed Adil, Muhammed bin Dâvûd, Muhammed Servî, Nûreddîn Mürsâfî, Tâcüddîn Zâkir ve Efdalüddîn gibi âlimler, feyz alıp sohbetleriyle şereflendiği hocalarıdır. Bunun yanında pek çok evliyânın teveccüh, feyz ve bereketlerine de kavuşan Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretleri, binlerce talebe yetiştirdi. Etraftan akınlar hâlinde gelen talebeler medreseyi doldurur, onun eşsiz bir derya olan bilgilerinden istifâdeye çalışırlardı. Talebelerine zahirî ve bâtınî ilimleri öğretirdi.
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî hazretleri Mîzân-ül-kübrâ adlı kitabında şöyle buyuruyor:
“Din kardeşim, iyi düşün! Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Kur’ân-ı kerîmde icmâlen yâni kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’ân-ı kerîm kapalı kalırdı. Resûlullah’ın vârisleri olan mezheb imâmlarımız (rahmetullahi aleyhim) hadîs-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resûlullah’a tâbi olarak mücmel olanı açıklamışlardır. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin kırk dördüncü âyetinde meâlen; “İnsanlara indirdiğimi onlara beyân edersin” buyurdu. Beyân etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimlerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyân edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’ân-ı kerîmden ahkâm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ, Peygamberine; “Sana vahy olunanları tebliğ et!” derdi. Beyân etmesini emretmezdi Çok sayıda ve pek kıymetli kitaplar yazan Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’nin eserlerinden bâzıları şunlardır:
1- Mîzân-ül-kübrâ, 2- Envâr-ül-kudsiyye, 3- Tabakât-ül-kübrâ, 4-Ahlâk-uz-zekiyye vel ulüm-ül-ledünniyye, 5- İrşâd-ül-mugfelîn, 6-Bahr-ul-mevrûd, 7- Tenbîh-ül-agbiyâ, 8- Cevahir ve dürer, 9-Cevher-ül-masûn ves-sırr-ül-merkum, 10- Hukuku ihvet-ü-islâm,11- Dürer-ül-Gavvâs fî fetâvâ Seyyidî Aliy-ül-Havvâs, 12- Sirâc-ül-münîr, 13- Feth-ul-mubîn, 14- Feth-ul-vehhâb, 15- Ferâ-id-ül-kalâid, 16- Kibrit-ül-ahmer, 17- Keşf-ül-gumme, 18- Letâif-ül-minen vel-ahlâk, 19- Levâhık-ul-envâr-il-kudsiyye, 20- Meâsır vel-mefâhir fî ulemâ-i karn-il-âşir, 21- Meşârık-ul-envâr-il-kudsiyye,22- El-Yevâkit vel-cevâhir.

MISIR’IN SAHİBİ!..

Emir Muhammed Defterdâr anlatır: “Her gece yatsı namazından sonra, arkadaşlarla bir yerde toplanır, sohbet ederdik. Âlimlerin ilminden, velîlerin kerâmetlerinden anlatırdık. Bir gün yine böyle toplanmıştık. Sohbet ânında söz, hâlen hayâtta olan İmâm-ı Şa’rânî’ye geldi. Onun büyüklüğünü anlayamayan bâzıları, aleyhinde dedikodu etmeye başladılar. Ben de, onlarla birlikte, aleyhinde konuştum. O gece rüyamda, kalabalık bir ordunun Mısır’a bir iç karışıklığı düzeltmek için geldiğini gördüm. Ordu kumandanı, Mısır’ın Bâbünnasr denilen kapısında durdu ve; “Mısır’ın sahibi ile görüşüp, Mısır’ın anahtarını vermedikçe içeri girmeyiz” dedi. “Mısır’ın sahibi kimdir?” dediler. O da; “Abdülvehhâb-ı Şa’rânî’dir” dedi. Kumandan, adamlarından birini gönderdi, İmâm-ı Şa’rânî’yi evinde bulamadılar. Oğlu Abdurrahmân’a durumu anlattılar. Abdurrahmân, babasının müsâde edeceğini söyleyerek anahtarı verdi. Rüyadan uyandığımda, yaptığım hatâyı anladım. Demek ki, bu zamanda Mısır’ın hakîki sultânı Abdülvehhâb-ı Şa’rânî idi. Sabah olduğunda, İmâm-ı Şa’rânî hazretlerine gidip, talebesi olmakla şereflenmek istediğimi bildirince; “Talebe olmanız için ille anahtar mı vermek lâzımdır?” buyurarak, gece rüyada gördüklerimi bildiğini işaret etti. Onun bu kerâmetini görünce, kendisine daha ziyâde bağlandım.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Mu’cem-ül-müellifîn; cild-6 sh. 218
 2) Şezerât-üz-zeheb; cild-8, sh. 372, 374
 3) Esmâ-ül-müellifîn; cild-1, sh. 641, 642
 4) Câmiu kerâmât-il-evliyâ; cild-2, sh. 134
 5) El-A’lâm; cild-4, sh. 180
 6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye
 7) Fâideli Bilgiler
 8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-13, sh. 191-209