13 Kasım 2020 Cuma

CELALZADELER


Osmanlı âlimlerinden ve devlet adamlarından iki meşhur zât. Sultan birinci Selîm ve Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın çağdaşı meşhur âlimlerden Tosyalı Kâdı Celâl’in oğullarıdır. Bunlar Mustafa Çelebi ile Salih Çelebi’lerdir. Babalarına izafeten Celâlzâdeler diye tanınmışlardır.

Celâlzâde Mustafa Çelebi

1491 (H. 896)’da Tosya’da doğdu. 1567 (H. 975)’de vefât etti. Medrese tahsiline Tosya’da başladı. Bir müddet tahsîl gördükten sonra İstanbul’a gidip Sahn-ı semân medresesi dânişmendliğine kadar yükseldi. Hat san’atında dîvânî yazıyı çok güzel yazması ve mahareti sebebiyle sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa ve Nişancı Seydi Bey’in himâyesi neticesinde medreseden ayrılarak devlet idaresinde vazîfe aldı. Yavuz Sultan Selim Han’ın iltifatına mazhâr oldu. Genç yaşta devlet hizmetine girip, 1516’da dîvân-ı hümâyûn kâtibliğine tâyin edildi. Çalışkanlığı, vazifesine bağlılığı, bilhassa sır saklaması sebebiyle pâdişâhın da îtimâdını kazandı. Dîvâna âid işlerde ve muamelelerde gayet iyi yetişti. Yavuz Sultan Selîm Han devlet erkânından gizli bâzı yerlere göndereceği emirleri Mustafa Çelebi’ye yazdırırdı. Pâdişâh şöyle yaz diye emrettiği zaman; Mustafa Çelebi itaat ve edeb göstermekle beraber, dîvân yazışmaları usûlüne ve derece teşrifatına uygun düşmeyen mütâlaaları yazmakta tereddüd ederek, samîmi îzâhlarıyla Pâdişâh’ı ikna ederdi. Dîvân muamelâtında yetişmesinde hâmisi nişancı Seydi Bey’in emeği çoktur.
Celâlzâde Mustafa Çelebi, daha sonra öteden beri kendisini seven ve himaye eden sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa’nın tezkirecisi (özel kalem müdürü) oldu ve sadrâzamlığı müddetince bu vazîfede kaldı. Mühim işlerin doğru olup olmadığını yerli yerince araştırırdı. Pîrî Mehmed Paşa emekli olunca; 1523’de Enderûn’dan has-odabaşı İbrâhim Bey, Rumeli beylerbeyiliği vazifesini de üzerine alarak sadrâzamlığa getirildi. Celâlzâde Mustafa Çelebi bu sadrâzamın da tezkerecisi oldu ve başarılı hizmetlerde bulundu.
Yavuz Sultan Selîm Han’ın Mısır’ı fethinden bir müddet sonra, Mısır’da Çerkes beyleri, halkı isyâna teşvik etmişti. Çerkes-Kölemen sultasının yeniden kurulmak istendiği ve halka adaletsizlik yapıldığı, halkın şikâyetçi olduğu bildiriliyordu. Pâdişâh durumun mahallinde incelenmesi için sadrâzam İbrâhim Paşa’yı 1524’de Mısır’a gönderdi. Celâlzâde Mustafa Çelebi de tezkereci sıfatıyla sadrâzamla birlikte, Mısır’a gitti. Kalabalık bir hey’etle ve beş yüz kadar yeniçeri ile Kâhire’ye ulaşan sadrâzam, orada durumu İnceledi. Memlûk sultanlarından Kayıtbay ve Kansu Gavri ile Mısır’ın ilk Osmanlı beylerbeyi Hayır Bey’in tatbik ettikleri kânunları inceledi. Sonra hazîneyi ve halkın menfâatlerini koruyacak âdil bir kânun tertib ettirdi. Bu yeni kânunun hazırlanmasında Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin büyük hizmeti oldu. On bir ay sonra Osmanlı sadrâzamı ve hey’eti İstanbul’a döndü. Celâlzâde Mustafa Çelebi; Mısır’daki hizmet ve gösterdiği liyâkati sebebiyle, reîs-ül-küttâblık vazîfesine terfî ettirildi. On sene bu vazifede hizmet etti. Ayrıca yapılan seferlere katıldı.
Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın Irakeyn seferinde Tebriz’den Bağdâd’a dönüldüğünde, 1554’de Nişancı Seydi Bey vefât etti. Bu zâtın yerine Celâlzâde Mustafa Çelebi nişancılığa tâyin edildi. Osmanlı devlet idaresinde nişancı, dîvân-ı hümâyûn toplantılarında önemli bir yer tutardı. Husûsî müzâkereler de Osmanlı Devleti’nin eski ve yeni kânunlarını nişancı gayet iyi bilirdi. Ayrıca şer’î ve örfî (hukukî) kânunların arasını te’lif etmek kudret ve selâhiyetine hâiz olması sebebiyle, bu hususlar hakkında fikir ve mütâlâalarından istifâde edilen, devlet kânunlarına âid hükümleri yazan, vezirler ile devlet büyüklerine (adamlarına) verilen menşur ve berâtları bizzat tahrîr (yazarak) veya müsveddelerini tedkîk ederek pâdişâhın ismini hâvi tuğrayı çekmek yetkisine hâiz idi.
Celâlzâde de nişancılıkta aranan devlet adamlığı vasıflarını üzerinde taşıyan bir devlet adamı idi. Bu vazifede 23 sene kaldı. Hizmetleri sayesinde devlet kânunlarında müracaat edilen önemli bir mercî oldu. Kendisini yetiştiren Seydi Bey’den daha fazla şöhret buldu. Devlet idaresine dâir bütün kânunlar elinden geçti ve onun tedbirleriyle hâllolundu. Kanunnâmedeki tâbir üzerine bihakkın Müftî-i kânun olup, Koca Nişancı diye meşhur oldu. En karışık mes’elelerin halli için onun mütâlâası alınırdı. Meşhur Tâcizâde Cafer Çelebi’den sonra Celâlzâde gibi bir nişancı gelmemiş ve yaptığı kânunlar, tahrîrât (yazışmalar), ahkâm ve menşûrlardaki yazış tarzı, kendisinden sonra yarım asırdan ziyâde nümûne olmuştur. Celâlzâde’nin yüksek vukuf ve mesâisine mükâfat olarak, nişancılık hasları, o târihe kadar hiç bir nişancıya verilmeyen 300.000 akçeye çıkarılmıştır.
Celâlzâde Mustafa Çelebi, 1557 senesine kadar nişancılık makamında kaldı. Yaşı yetmişe ulaşmıştı. O târihte vezîriâzam Dâmâd Rüstem Paşa’nın tavsiye ve ısrarı üzerine görevinden istifa etti ve Müteferrika başılık rütbesi verildi. Yerine değerli bir zât olan Eğri Abdizâde Mudurnulu Mehmed Bey tâyin edildi. Kânûnî Sultan Süleymân Han, Celâlzâde’nin kıymet, ehliyetini ve uzun yıllar devam eden hizmetini takdir ettiğinden, vezîriâzam Rüstem Paşa’ya rağmen, o târihe kadar emsali görülmemiş bir mükâfatla taltif etti. Nişancılığında aldığı haslar ile emekli yaptı.
Celâlzâde Mustafa Çelebi, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın son seferinde müteferrika olması dolayısıyle, maiyyetinde de bulundu. Zigetvar muhasarası esnasında Nişancı Eğri Abdizâde Mehmed Bey vefât ettiğinden, 1566’da Celâlzâde ikinci defa nişancı tâyin edildi. Fakat, ihtiyarlığını ileri sürerek kabul etmek istemedi. Ancak emir üzerine kabule mecbur oldu. Bu sırada sultan Süleymân Han vefât etmişti. Fakat vefât haberi pek gizli tutulduğundan hâriçten duyulmamıştı. Celâlzâde, Pâdişâh’ın vefâtından haberdâr olmadığı için, nişancılık hil’atı giymek için otağ-ı hümâyûna girdiği vakit, hayatta zannettiği kadirşinas Pâdişâh’ının öldüğünü anlayınca, kendisini tutamayarak ağlamaya başlamıştı. Fakat vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa’nın ikâzı üzerine kendisini toplamış ve me’mûriyet hil’atini giydikten sonra, otağ-ı hümâyûndan dışarı çıkmıştı. Onun bu hil’atini görenler, Pâdişâh’ın sıhhatte olduğu zannı ile şüphelerini giderdiler.
Mustafa Çelebi, ordu ile beraber İstanbul’a döndü. Sultan İkinci Selîm Han zamanında on üç ay kadar nişancılıkta bulundu ve 1567’de 75 ilâ 80 yaşları arasında vefât etti. Eyyûb Sultan Nişancası’nda yaptırdığı câminin bahçesine ve kendisinden evvel vefât eden kardeşi Salih Çelebi’nin yakınına defnedildi.
Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin; devletin kânun ve nizamlarına vukufu, yeni kânunlar tanzim ve tedvîni, bir de ilmî faaliyeti ve ilmî şahsiyeti yönünden iki cephesi vardır. Mustafa Çelebi, Türkçe inşâdaki (yazmadaki) kudret ve mehâretinden başka, Arabça ve Farsça’da da kalem sahibi, âlim ve şâir bir zât idi. Kaleme almış olduğu berât veya menşûrlardaki inşâ (yazma) san’atı kudreti, zamanına göre pek kuvvetlidir ve münşeatı senelerce nümûne olarak kallanılmıştır. Bilhassa Safevî hükümdarı Şah Tahmasb’a yazılan nâme-i hümâyûn ve pâdişâhın emriyle bilhassa vezîriâzam İbrâhim Paşa için kaleme aldığı seraskerlik menşuru, kuvvetli kalem sahibi olduğunun en parlak nümûnelerindendir.
Celâlzâde Mustafa Çelebi, uzun süren devlet hizmetleri esnasında eser yazmaya fırsat bulamadı. On sene süren emeklilik hayâtı boyunca da kitap te’lifi ve tercümeler yaptı. Eyyûb Sultan Nişancı mahallesindeki konağında; âlimler, şâirler ve edipler ile ilmî ve edebî sohbetler yaptı. Eserleri şunlardır: 1- Tabakât-ül-memâlik ve derecât-ül-mesâlik: Hicrî 962 senesine kadar olan olayları anlatan bir târih kitabı olup, sonra gelen tarihçilerin hemen hepsine kaynak olmuştur. Kânûnî devrindeki ordu, devlet teşkilâtı, vilâyet ve sancaklardan, İstanbul’daki muhtelif te’sislerden, ilmî ve içtimaî müesseselerden de bahseder. Dili süslü bir nesirdir. 2- Mohaç-nâme, 3- Rodos fetihnamesi, 4- Fetihnâme-i Karaboğdan (Gazâvât-ı Sultân Süleymân), 5- Selîmnâme, 6- Mevâhib-il-hallâk fî merâtib-il-ahlâk, 7- Delâil-i Nübüvvet-i Ahmedî, 8-Hediyyet-ül-mü’minîn, 9- Cevâhir-ül-ahbâr fî hasâilil-ahyâr, 10-Kanunnâme, 11- Târih-i kâle-i İstanbul ve ma’bed-i Ayasofya. Ayrıca Münşeat ve Dîvânçe’si de vardır. Şiirlerinde Nişânî mahlasını kullanmıştır. Çok cömert ve üstün ahlâk sahibi idi. Eyyûb Nişancasında bir câmi ve o civarda bir halvetiyye tekkesi ve hamam yaptırmıştır.

Celâlzâde Salih Çelebi

Osmanlı âlimi ve devlet adamı olarak Celâlzâde adıyla meşhur bir zât da; Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin kardeşi Celâlzâde Salih Çelebi’dir. İsmi, Molla Salih bin Kâdı Celâl-er-Rûmî’dir. Babasının kâdılığı sırasında 1493 (H. 899)’de Volşitrin’de doğdu. 1565 (H. 973) yılında vefât etti. Eyyûb Sultan’da kardeşinin yaptırdığı câminin bahçesinde ve kardeşinin yanında medfûndur.
Celâlzâde Salih Çelebi, medrese tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul’da büyük Osmanlı âlimi İbn-i Kemâl Paşazâde’den ders aldı. Meşhur hattat Şeyh Hamdullah’dan hat san’atını öğrendi. Yazısı çok güzel idi. Hocası İbn-i Kemâl Paşazâde’nin bâzı eserlerini müsveddeden temize çekti. 1520 senesinde Kânûnî Sultan Süleymân Han tahta çıktığı sıralarda Hâce-i Sultanî yani Pâdişâh’ın hocası Hayreddîn Efendi’ye mülâzım (asistan) olup, Edirne’de Serâciye Medresesi’ne tâyin edildi. Bu vazifesi sırasında, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın Belgrad, Rodos ve Budin seferlerini yazarak sultâna takdîm etti.
1524 senesinde İstanbul’daki Murâd Paşa Medresesi’ne müderris olarak tâyin edildi. Uzun süre bu medresede müderrislik yaptıktan sonra, Dîvânyolu’ndaki Haldun Ali Paşa Medresesi, 1536’da ise Sahn-ı semân müderrisliğine tâyin edildi. Burada sultan Süleymân Han’ın emriyle, Fîrûz Şâh hikâyesini kısa zamanda, 8 cild hâlinde, Farsça’dan Türkçeye çevirdi. Değişik medreselerde hizmet ettikten sonra, 1544’de Haleb kâdılığına tâyin edildi.
Elli beş günlük bir hizmetten sonra, Mısır beylerbeyi Haldun Dâvûd Paşa’nın durumunu ve Mısır Evkafını tahkîk ve teftiş için Mısır’a gönderildi. Vazifesini bitirince tekrar Haleb kâdısı olması İstenmiş ise de, kabul etmemiştir. Neticede İstanbul-Sultan Bâyezîd Medresesi müderrisliğine getirilmiştir. Ancak vazîfeye başlamadan, Şam kâdılığına tâyin edildi. Bir sene sonra da Mısır kâdısı oldu. 1550 senesinde emekliye ayrıldı.
Salih Çelebi emekliye ayrıldıktan sonra, Eyyûb Sultan’da biraderi Mustafa Çelebi’nin konağının yanında aldığı evinde yaşamaya başladı. Ziyaretine gelenlerle ve talebeleriyle sohbet ederek ilmî mütâlâalarda bulunup tatlı bir ömür sürdü ve eser te’lifi ile uğraştı. Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın şehzâdesi Bâyezîd’in emriyle, Cemâleddîn Mehmed Avfî’nin, Büyük Selçuklu Devleti’nin vezîri Nizâm-ül-mülk adına Farsça yazdığı Cevâmi’ul-hikâyât ve levâmî-ür-rivâyât adındaki, târih ve ahlâkla ilgili eserini Türkçe’ye çevirdi. Bu eseri çok beğenen şehzâde Bâyezîd’in; “Muradı ve meramı ne ise arzetsin!” diye haber göndermesi üzerine, Celâlzâde Salih Çelebi, talebeleriyle bir arada bulunmak ve eser telifine devam etmek arzusu ile Eyyûb Sultan Medresesi müderrisliğine tâyin edilmesini istedi. Dileği kabul edilerek, tekrar müderrisliğe tâyin edildi. Bu görevde üç sene kaldı. Gözlerine perde indiğinden, 1561 senesi Safer ayında afvını istirham ederek emekliye ayrıldı.
Salih Çelebi, yüksek din ilimlerine vâkıf bir zât olup, bilhassa fıkıh ilminde mütehassıs idi. Nesir ve nazım vadisinde kudretli bir kaleme sahipti. Ahlâkı, fazîleti, dürüstlüğü ve hakşinaslığı ile tanınıp, zamanının âlimleri arasında mevki sahibi oldu. Te’lif ve tercüme olmak üzere kıymetli eserler yazdı.
Salih Çelebi, Mısır kâdılığı esnasında, annesi tarafından verilen bir câriye ile evlenerek, bundan İshak adında bir oğlu oldu. Bu çocuğun on yaşlarında vefât etmesi, Celâlzâdeyi çok müteessir etmiş ve bu üzüntüsü sebebiyle, manzum bir Leylâ ve Mecnûn hikâyesi yazmıştır.
Salih Çelebi; yumuşak huylu, temiz kalbli, vefâkâr ve biraderi Mustafa Çelebi gibi çok cömert idi. Gerek kâdılığı, gerekse emekliliği zamanlarında fakirlere, akrabasına ve civarındaki muhtaçlara yedirir, içirir, elbise ve para vermek suretiyle yardım ederdi. Sanki fakirler babası gibiydi. Her gece sofrasında dostları ve talebelerinden misafirler bulunurdu.
Tezkire sahibi Âşık Çelebi, Salih Çelebi’nin mu’îdi (asistanı) Çorlulu Hatmî Çelebi vâsıtasiyle Celâlzâde ile görüşmüş ve yüksek fazîleti hakkında medh ve senada bulunmuştur. Salih Çelebi, Salih ve Salâhî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Bir Dîvânı vardır. Nesri şiirinden üstündür. Nesirlerinde açık ve sâde bir dil kullanmıştır.
Eserleri: 1- Belgrad Fetihnamesi, 2- Rodos Fetihnamesi, 3- Târih-i Budin, 4- Târih-i Sultan Süleymân, 5- Fîrûz Şâh menâkıbı tercümesi, 6- Târih-i Mısır, 7- Kitâb-ül-muhtasar fî ahvâl-il-beşer,8- Cevâmi-ul-hikâyât ve levâmi-ur-rivâyât, 9- Leylâ ve Mecnûn Manzumesi, 10- Dürer-i nesâyih, 11- Miftâh şerhi haşiyesi, 12-Mevâkıb şerhi haşiyesi, 13- Vikâye şerhi haşiyesi, 14- Islâh-ul-îzâh haşiyesi, 15- Tagyîr-üt-tenkîh adlı esere tâ’likâtı, 16- Münşeat, 17-Dîvân.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-13, sh. 350, 363
 2) Osmanlı Müellifleri; cild-3, sh. 37, 279
 3) Şakâyık-ı nu’mâniyye Zeyli (Atâî); sh. 48, 113
 4) Tezkire-i Latîfî; sh. 218, 336
 5) Târih-i Peçevî; cild-1, sh. 743
 6) Tuhfe-i Hattâtîn; sh. 229
 7) Tezkiret-üş-Şuarâ (Hasan Çelebi); cild-1, sh. 548