13 Kasım 2020 Cuma

CELALİLER


Anadoluda; siyâsî, askerî, idarî iktisadî, sosyal ve İran desteğindeki şiî propagandacılar tarafından çıkarılan isyânlar.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselişinde tarîkâtler, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve haleflerinin etrafı din adamları, Türkmenler ve evliyâ ile dolmuş, daha ilk günlerde Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almış ve bir gâzîler devleti kurulmuştu. Böylece Türkistan’da başlayan, Selçuklular, Danişmendliler devrinde gelişen ve genişleyen gâzîlik an’aneleri, daha büyük bir hayatiyetle canlanmıştı. Osmanlılar ve gazâ yapan Türkmenler artık her tarafta âlimlere medrese, şeyhlere zaviye ve imâret inşâ ediyor, ilim ve tasavvuf tam bir kaynaşma hâline gelmiş bulunuyordu. Bu sebebledir ki, Selçuklu sultanları için gâzilik ünvânı nadiren kullanıldığı hâlde, ilk devir Osmanlı sultan ve beyleri hep gâzi sıfatı ile anılıyordu.
1447’de merkezi Erdebil’de bulunan Şeyh Safiyyüddîn tarikatinin başına geçen Cüneyd, dedelerinin ve Safiyyüddîn’nin doğru yolundan ayrılarak şiîlik propagandasına başlamış, kısa zamanda etrafına pek çok kimse toplamıştı. Karakoyunlu hükümdarı Cihân Şah, bundan huzursuz olduğu için Erdebil’den uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. Nihayet Anadolu’ya gelen Şeyh Cüneyd, dedelerinin nüfuzundan istifâde ile Türkmen boyları arasına sığındı. Buralarda yetiştirdiği sapık mürîdlerini İran ve Anadolu’daki Safevîyye ve hurûfî îtikâdlı Bektaşî hangâh ve zaviyelerine göndermeye başladı ve tarîkat fertleri arasına râfizîlik fikirlerini sokmakta başarılı oldu.
1502’de tarikatın başında bulunan Şâh İsmail, çoğu Anadolu’dan gelmiş yedi bin kişilik kuvvetiyle Nahcıvan savaşında dayısının oğlu Akkoyunlu Elvend Mirza’yı yenerek Azerbaycan’ı aldı ve Safevî Devleti’ni kurmaya muvaffak oldu. 1503’de Irak ve Fars bölgelerini idare eden Akkoyunlu Murad Bey’i, 1507’de Dulkadiroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’i ve 1510’da da Özbek Han’ını yenmeye muvaffak olan Şâh İsmail, bundan sonra Trabzon-Rum İmparatoru’nun anne tarafından akrabalığını ileri sürerek, bu topraklar üzerinde hak iddia etmeye başladı. Ayrıca Anadolu’ya gönderdiği halîfeleri sayesinde, Osmanlı ülkesinde karışıklıklar çıkarmaktan geri kalmadı.
Nitekim Osmanlı târihlerinde, Şeytan Kulu denilen Şah Kulu Baba Tekeli adında bir şiî, etrafına topladığı adamlarla Antalya ve Kütahya çevresinde büyük bir isyân başlattı. Üzerine gönderilen kuvvetleri bozguna uğrattı. Sivas civarındaki Kızılkaya geçidinde sadrâzam Ali Paşa ile giriştiği çarpışmada öldürüldü. Fakat bu savaşta Ali Paşa da şehîd düştü. 1512’de ise, Anadolu’da yeni bir şiî hareketi başgösterdi. Osmanlı ülkesinde şehzâdeler arasındaki saltanat mücâdelesinden yeterince faydalanmaya bakan Şâh İsmail, Nûr Ali Halîfe’yi Anadolu’ya gönderdi. Nûr Ali, Koyunhisar’a geldiği vakit etrafına civardaki kızılbaşlardan yirmi bin kişi topladı. Faik Paşa kumandasında üzerlerine gönderilen kuvvetleri yenen bu kızılbaşlar, Tokat’ı zaptederek Şâh İsmâil adına hutbe okuttular. Osmanlılar için gittikçe korkunç bir hâl alan ve tamâmiyle Safevîlere dayanan Anadolu kızılbaşlarının ortaya çıkardıkları bu buhran, ancak Yavuz Sultan Selîm Han zamanında hâlledilebildi.
Yavuz Sultan Selîm Han, 1514’de İran şahı İsmâil Safevîyi Çaldıran’da mağlûb ederek bozuk inanışlarının yayılmasını önledi. Bu bozgundan sonra Anadolu’nun çeşitli mıntıkalarına dağılan hurûfîler, 1519’da mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkan Bozoklu Şeyh Celâl adında bir sapığın etrafında toplanarak, Turhal’da yeni bir isyân çıkardılar. Ankara üzerine doğru yürüdükleri sırada, Maraş vâlisi Şahsuvaroğlu Ali Bey’in âni bir baskınıyla bozguna uğradılar. Bozoklu Şeyh Celâl, bozgun sonrasında kaçmak istedi ise de yakalanıp öldürüldükten sonra kesikbaşı İstanbul’a gönderildi. Yavuz Sultan Selîm Han’a büyük endişe veren bu hareketi bastıran Şahsuvaroğlu Ali Bey, başarısından dolayı mükâfatlandırıldı. Osmanlı tarihçileri, bu hâdiseden sonra, Anadolu’daki ayaklanmalara Bozoklu Celâl adlı sapığın adına izafeten, Celâlîlik; ayaklananlara da Celâli demişlerdir.
Celâli hareketleri, bu târihten sonra Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın son senelerine kadar bâzı münferit vak’alardan ibaret kaldı. Ancak on yedinci yüzyıldan itibaren bilhassa devletin savaş hâlinde bulunduğu dönemlerde, bu isyânlar dışarıdan -İran’dan- yapılan teşviklerle artarak devam etti. Nitekim on altıncı yüzyılın sonlarında başlayan Osmanlı-İran ve Avusturya savaşlarının uzun sürmesi, Anadolu’daki eşkıya zümresinin kuvvetlenmesine fırsat verdi. Bunlar arasında en tehlikelisi bilhassa huzursuzluğu gerçek bir ihtilâl hâlinde teşkilâtlandıran Karayazıcı Abdülhalîm idi. Karayazıcı’nın çevresinde, şekavetleri, sebebiyle dirlikleri kesilen tımar ve zeamet sahibi Sipâhî subaylarıyla hükümete küskün, muhteris devlet adamı da bulunuyordu. Bu durum on altıncı yüzyılın sonlarından îtibâren isyânların dînî olduğu kadar, siyâsî, askerî, idarî ve ekonomik olarak arttığını da göstermektedir.
Haçova meydan savaşının sonunda vezîriâzam Cağalazâde Sinân Paşa’nın, muhârebeden kaçan kapıkulu halkıyla tımarlı sipahilerin dirliklerini kesmesi, ele geçenleri öldürüp mallarını müsadere etmeye başlaması üzerine, kurtulanlar Karayazıcı’nın emri altına girdiler. Karayazıcı, emri altında bulunanları, tıpkı Osmanlı pâdişâhlarının kapıkulu teşkilâtına benzer bir surette tertib ettirdikten sonra, Sivas’tan Urfa’ya kadar uzanan sahada, halka zulmetmeye başladı. Bu arada Urfa’yı zabt ile hükümdarlığını îlân edip; (Hâlim Şâh Muzaffer Bâda) ibaresini ihtiva eden tuğralı fermanları, etrafa gönderdi. Üzerine gönderilen Sinânpaşaoğlu Mehmed Paşa ile Hacı İbrâhim Paşa kuvvetlerini bozdu. Bu başarılarından sonra Karayazıcı’nın etrafında otuz bin kişi toplandı.
Vaziyetin gittikçe tehlikeli bir hâl aldığını gören İstanbul hükümeti, Bağdâd vâlisi Vezir Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Anadolu serdârlığına tâyin etti. Sokulluzâde ile Elbistan taraflarında sabahtan ikindi ezanına kadar yaptığı muhârebede mağlûb olan Karayazıcı, Samsun taraflarına çekildi. Sokulluzâde, Karayazıcı’yı tâkib etmekle beraber, kışın gelmesinden dolayı askerlerine izin verdi; kendisi de Tokat’a kışlağa çekildi. Celâlîlerin başı olan ve başında Anadolu’nun her tarafından binlerce sekban, sipâhî zorbası ve beylerin kapularını terkeden âsî kapıağalarını toplayan bu meşhur isyâncı şef, o kış Canik dağlarında öldü.
Sokulluzâde Hasan Paşa, Karayazıcı’nın ölümü sebebiyle Celâlî gailesi bitti diyerek işi gevşetince, yerine geçen kardeşi Deli Hasan, biraderinin maiyyetindeki sergerdelerden kethüda Şahverdi, Yularkaptı, Tavil Ahmed gibi şahıslarla Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Tokat’ta muhasara etti. Kuşatma sırasında Hasan Paşa 20 Nisan 1620 sabahı kale burçlarında dolaşırken Celâlîlerden birinin attığı kurşunla vuruldu. Bunun üzerine dîvân, Diyarbakır beylerbeyi Hüsrev Paşa’yı, vezâret rütbesiyle Celâlîler üzerine serdâr olarak gönderdi. Ayrıca üçüncü vezir Hâfız Ahmed Paşa’yı da mühim bir kuvvetle Tokat üzerine yolladı. Fakat Hâfız Ahmed Paşa da, Deli Hasan kuvvetleri ile başa çıkamayarak Tokat kalesine kapandı.
Kazandığı başarıları Deli Hasan’ın cesaretini daha da artırdı, saflarına katılanlar fazlalaştı. Sonunda Ankara üzerinden Anadolu beylerbeyliğinin merkezi Kütahya üzerine yürüyerek şehri yaktı ve Afyon Karahisar taraflarına çekildi.
Avusturya muhârebelerinin devamı sebebiyle Osmanlı hükümeti Anadolu’daki isyânlara bakamadığı gibi, âsîler üzerine de yeterli kuvvet gönderemedi. Böylece şımaran âsîlerin zulümlerini daha da artırmaları; bir kısım halkın işlerini, çift ve çubuğunu bırakarak şehirlerdeki mühim kalelere göç etmesine ve uzun zaman oralarda kalmasına yol açtı. Asîlerin elinden kaçarak İstanbul’a gelen bir kısım Anadolu şehir ve köylüsü de, dîvânda perişan vaziyetlerini dile getirdi. Bu durumda hükümet, Anadolu vaziyetine bakamıyacağını düşünerek Deli Hasan işini sulh yoluyla halletmeyi uygun buldu. Nitekim Yemişçi Hasan Paşa’nın sadâreti zamanında, Deli Hasan’a Bosna beylerbeyliği ve maiyyetindeki elebaşılara sancak beyliği ve kapıkulu süvariliği verilerek soygun ve zulümleri önlendi. Deli Hasan, 12 Nisan 1603’de Gelibolu üzerinden Rumeli’ye geçerek, Macaristan serdârı Lala Mehmed Paşa’nın maiyyetine katıldı.
Deli Hasan Paşa’nın devlet hizmetini kabul ederek Rumeli tarafına geçirilmesiyle Anadolu’daki Celâlî hareketleri sona ermedi. Zîrâ Deli Hasan’ın devlet hizmetine girmesine muhalif olan Tavil Ahmed ve Saçlı gibi celâlîler, faaliyet hâlinde idiler. Âsîlerin üzerine, Anadolu’nun muhafazası için me’mur edilen Nâsûh Paşa ile Anadolu beylerbeyi Gezdehân Ali Paşa gönderildi. Fakat her iki Paşa da, Tavil Ahmed tarafından Bolvadin köprüsünde mağlûb edildi.
Hâdiselerin seyrine son derece üzülen sultan birinci Ahmed Han, devlet erkânının karşı çıkmasına rağmen, celâlîler üzerine bizzat çıkmaya karar verdiği sırada, annesi öldü. Devlet ileri gelenlerinin bu ölüm münâsebetiyle pâdişâhın fikrinden vazgeçeceği düşünceleri doğru çıkmadı. Sultan Ahmed Han, şiddetli geçen kışa rağmen, annesinin ölümünün yedinci günü Bursa’ya hareket etti (Aralık 1605). Pâdişâh, Bursa’ya geldiğinde, Üveys Paşa oğlu Mehmed Paşa’nın göndermiş olduğu mektup geldi. Paşa mektubunda yirmi bin kadar asker topladığını, kendisine serdârlık tevcih edildiği takdirde celâlîleri temizliyeceğini bildiriyordu. Bunun üzerine toplanan dîvân tarafından Üveys Paşa oğlu Mehmed Paşa’ya vezâret payesi tevcih edilerek, seraskerlik verildi. Pâdişâh da Bursa’da on gün kaldıktan sonra payitahta döndü. Fakat Mehmed Paşa da celâlîler karşısında başarılı olamadı.
Bu sırada; Ankara, Kırşehir, Kayseri, Niğde, Aksaray, Konya, Hamit ve Kütahya sancaklarında celâli zulmü bütün şiddetiyle devam ediyordu. Soğuk kış günlerinde köyleri basan celâlîler, çoluk-çocuk, kadın-kız demeden herkese görülmedik zulümler yapıyorlardı. Ayrıca küçük oğlan çocuklarını kaçırarak, yüksek fiyatla tekrar ailelerine satıyor, yâhud da, yanlarında alıkoyarak Celâlîliğe alıştırıyorlardı. Halk, merkeze gönderdiği arzlarda faaliyet hâlindeki celâli liderlerinin adlarını saydıktan sonra, çocuklarının ve yağmalanan mallarının alınmaması hâlinde, toptan göç edeceklerini bildiriyordu.
Artık Anadolu Celâli eşkıyalarının hareket sahası hâline gelmişti. Bir âsî ortadan kaldırılsa yerine bir kaç tanesi birden çıkıyordu. Nitekim bu yeni çıkan celâlî gruplarından Kalenderoğlu ile Kara Saîd, Saruhan’ı yağma ve tahrib ediyorlardı. Kınalı, Bursa havâlisinde dehşet saçıyordu. Muslu Çavuş, Silifke’yi altüst etmekte idi. Cemşid, Konya’dan Adana’ya giden boğazları tutmuştu. Fakat bunların en tehlikelisi Halep ve Lübnan civarındaki Canboladoğlu Ali Paşa isyânı idi.
Canboladoğlu Ali Paşa, hükümetin güç vaziyetini fırsat biterek Şam Trablus’unu zabtetti. Daha sonra Humus ve etrafını ele geçirerek istiklâlini ilân etti. Askerini Osmanlı ordusu gibi tertîb ettiren Canboladoğlu’nun on altı bine yakın yaya kuvveti ve sekiz bin süvarisi mevcuttu. Ayrıca adına hutbe okutup para bastırdı. Hattâ başta Toskana hükümeti olmak üzere, diğer yabancı devletlerle münâsebet kurmaya başladı.
Canboladoğlu’nun faaliyetleri sonucu Lübnan ve Kuzey Suriye’nin de Celâli ihtilâline katıldığı aylarda, Osmanlı Devleti’nde sadârete getirilen Kuyucu Murâd Paşa, Zitvatoruk muahedesini imzalayarak, yıllardır devam eden Osmanlı-Avusturya harbine son verdi.
Kuyucu Murâd Paşa, Pâyitâht’a geldiğinde sultan birinci Ahmed ile görüştü. Babası sultan üçüncü Ahmed Han’ın, Celâlî isyânları yüzünden üzüntü içinde öldüğünü bilen genç Pâdişâh, sadrâzamı tam bir selâhiyetle Anadolu işlerine me’mur etti. Karaman beylerbeyi iken 1585’de İran seferinde atı sürçüp bir çukura düşmekle İranlılara esir düşen ve bu târihten sonra Kuyucu lakabıyla anılan vezîriâzam Murâd Paşa, Anadolu’daki durumu iyice gözden geçirdikten sonra, bunlardan öncelikle, istiklâlini îlân eden Canboladoğlu üzerine yürüdü. İstanbul’la bağlantısını te’min için yolu üzerindeki Kalenderoğlu’na güleryüz gösterip Ankara sancakbeyliğini veren Murâd Paşa, âsîlerin bir kısmını da affetti.
Konya’ya geldiği zaman başta reisleri Saraçoğlu Ahmed Bey olduğu hâlde, bir kısım celâlîyi temizleyen Murâd Paşa, İskenderun’a yakın Belan boğazından Oruç ovasına inince, Maraş beylerbeyi kırk bin kişiyle kendisine ilhak etti. Osmanlı ordusunda Rumeli beylerbeyi yaşı 80’e yaklaşmış Kanije kahramanı vezir Tiryâki Hasan Paşa da bulunuyordu. Canboladoğlu kuvvetleri de gelerek Osmanlı ordusu karşısında harp nizâmı almıştı. Canboladoğlu ile dürzî lideri Maanoğlu Fahreddîn, Murâd Paşa’nın şiddetinden çekinerek anlaşma teklif ettiler ise de reddedildi. Şiddetli geçen muhârebe sonunda 26.000 celâlî kılıçtan geçirildi. Maanoğlu Fahreddîn ile bütün dürzî kabileleri kaçtılar. Canboladoğlu ise kaçabilen bir kaç bin adamıyla Haleb’e geldi ise de bir gün kalabildi. Âsîlerin zulümlerinden bıkan Halep halkı, üzerlerine saldırarak bin kadar şakîyi öldürdü. Canboladoğlu güç hâl ile İstanbul’a gelip pâdişâha iltica etti. Pâdişâh da kendisini affederek Tameşvar beylerbeyliğine tâyin etti. Bir sene kadar orada bulunan Canboladoğlu, bilâhere halka zulme başlayınca askerler kendisini öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine Belgrad muhafızı Kâdızâde Ali Paşa’nın yanına kaçan Canboladoğlu, burada hapsedildi ve bir müddet sonra vezîriâzam Murâd Paşa’nın emriyle îdâm olundu.
Canboladoğlu kuvvetlerini dağıtan Murâd Paşa, kışı Halep’te geçirdi. Cağalazâde Mahmûd Paşa kumandasında sevkettiği kuvvetle Bağdâd’ı, Taviloğlu Mustafa’nın elinden aldı ve şakilerin en tehlikelilerinden olan Kalenderoğlu üzerine yürüdü.
Murâd Paşa, Canboladoğlu üzerine yürürken, Kalenderoğlu’nu etkisiz kılmak için Ankara sancakbeyliği ile görevlendirmişti. Ancak Kalenderoğlu Ankara önlerine geldiği zaman, zulmünden çekinen şehir halkı ve kâdı Vildanzâde Ahmed Efendi’nin muhalefetiyle karşılaştı. Bu durum üzerine kaleyi muhasara altına alan Kalenderoğlu bir müddet sonra Kastamonu sancakbeyi Tekeli Mehmed Paşa’nın üzerine geldiğini duyunca, Bursa taraflarına çekildi ve Bursa’ya kolayca girerek, kendisini sancakbeyi îlân etti. Üzerine gelen Nakkaş Hasan Paşa ve daha sonra da Mîmâr Dalgıç Ahmed Paşa kuvvetlerini mağlûb etti. Mîmâr Sinân’ın en değerli talebesi olan Ahmed Paşa, Kalenderoğlu’na yenildiği Manyas meydan muhârebesinde aldığı yarayla şehîd oldu. Murâd Paşa’nın, Haleb’de Celâlîlere aman vermemesinden korkan Kalenderoğlu akıbetini sezerek şiddet hareketlerini artırmıştı.
Veziriazam Kuyucu Murâd Paşa, Kalenderoğlu’nun Bursa gibi önemli bir şehre hâkim olmasından çekinerek, Yûsuf Paşa’yı Üsküdar muhafızlığına getirdi ve dikkatli olmasını emretti. Kendisi de, Bursa’yı sür’atle terkederek Konya civarına gelmekte olan Kalenderoğlu’nun önünü kesmek üzere harekete geçti. Haleb-Maraş yolunu sekiz günde alan Kuyucu Murâd Paşa, celâlîleri, Maraş’ın kuzeybatısında Göksün yakınlarındaki Abesçayır’da yakalandı. 1608 yılında iki taraf arasında şiddetli bir muhârebe vuku buldu. Murâd Paşa’nın, kazdırdığı hendeklere gizlediği yeniçerileri, harbin en mühim ânında birden bire meydana çıkarıp hücuma geçirmesi, savaşı lehine çevirdi. Bozguna uğrayan Kalenderoğlu ve kuvvetleri kaçmaya başladılar. Kaçanlar tâkib edilerek büyük kısmı imha edildi. Kalenderoğlu, Bayburt yakınlarında biraz daha mukavemet gösterdikten sonra, tamamen bozulup İran taraflarına çekildi.
Kalenderoğlu’nun takibine kuvvet gönderdikten sonra, Sivas’a gelen Murâd Paşa, Tavil Ahmed’in kardeşi Meymûn’un, Kalenderoğlu’na iltihak etmek üzere altı bin eşkıya ile Tokat ve Karahisâr-ı Şarkî yoluyla Erzurum’a gittiğini haber aldı. Derhâl ordudan ayırdığı seçkin on beş bin askerin başına geçen Murâd Paşa, ağırlıksız olarak yanına yalnız bir haftalık erzak almak suretiyle harekete geçti. Bu sırada doksan yaşında bulunan Murâd Paşa, altı gün altı gece tâkib ederek on iki konakta alınacak yolu yedi konakta alarak Meymûn’un kuvvetlerine yetişti. Murâd Paşa’nın bu kadar sür’atle kendilerine yetişeceğini tahmin edemiyen şakiler, eşyalarını hayvanlarına yükletirken, bir baskınla kısmen imha edildiler. Kaçabilenlerden pek azı, Kalenderoğlu gibi selâmeti İran’a kaçmakta buldu.
Kuyucu Murâd Paşa Bayburt’a geldiği zaman, celâli olmayan fakat on beş bin kişilik maiyyetleriyle reâyaya (halka) fenalıkları dokunan ve Murâd Hanlılar adıyla anılan üç kardeşi ile Beyşehirli Emir Şâhi denilen beyi ortadan kaldırdı. Gayesi; Anadolu’yu iyice temizliyerek bir daha olmıyacak şekilde ayaklanmaları önlemekti.
Murâd Paşa bundan sonra 3 ay 16 günde yolda âsâyiş tedbirleri alarak Karahisâr-ı Şarkî’den İstanbul’a geldi (18 Aralık 1608). İstanbul’a girerken ordunun önünde, mağlûb Celâlî zorbabaşılarının kalın yazılarla yazılmış isimleri olan 400 bayrak gidiyordu.
Sultan birinci Ahmed Han, vezîriâzam Kuyucu Murâd Paşa’nın bu muvaffakiyetlerinden son derece memnun kalarak, kendisine iki hil’at ve bir murassa sorguç ihsân eyledi.
15 Haziran 1609’da veziri âzam Kuyucu Murâd Paşa, İran seferi bahanesiyle Üsküdar’a geçerek otağını kurdu. Hakikatte ise bu sefer, sultan birinci Ahmed Han’la gizlice aralarında plânladıkları üzere, Anadolu’da hâlâ mevcut bâzı eşkıya reislerini imha etmek içindi. Çünkü Murâd Paşa, Canboladoğlu ve Kalenderoğlu gibi büyük celâlîlerle uğraşmak isterken, mıntıka mıntıka faaliyette bulunan diğer bir kısım celâlîlere güler yüz gösterip onları birer vazife ile oyalamıştı. Bunlardan, Aydın ve Saruhan taraflarında Üveys Paşa kethüdası Yusuf Paşa ile İçel’de sancak verdiği Muslu Çavuş en önemlileri idi.
Murâd Paşa, Üsküdar’a geçtikten sonra, Muslu Çavuş ve Yûsuf Paşa’ya çeşitli vâdlerde bulunarak okşayıcı mektuplar gönderdi ve onları İran seferine katılmaları için orduya davet etti. Bunlardan Yûsuf Paşa’nın orduya iltihak etmek üzere Üsküdar’a geldiğinde; Muslu Çavuşun ise, Karaman beylerbeyi Zülfikar Paşa’nın kuvvetlerine mülâki olduğunda başları kesildi. Bu suretle son iki eşkıvâ reisini de ortadan kaldırdıktan sonra, Murâd Paşa, Üsküdar’dan İstanbul’a geçti. Sultan birinci Ahmed Han onu, Anadolu’yu yeni baştan fethedip kendisine hediye eden bir serdâr olarak takdir edip büyük ihsânlarda bulundu.
On üç, on dört sene devam eden celâlî şakâveti dolayısıyla; Suriye, Irak ve Anadolu adetâ elden çıkmış denecek bir vaziyete girmişti. Asayiş kalmamış, ticâret durmuş ve iktisadî durum çok fenâlaşmıştı. Nitekim tarihçi Hammer, Avusturya savaşının devlete celâli fetreti derecesinde insan ve para kaybettirmediğini yazmaktadır. Ayrıca celâlîlerin, Safevîler tarafından teşvik görmesi ve içlerine şiî unsurların katılması mes’eleyi daha da ciddîleştiriyordu.
Murâd Paşa, yalnız celâlîleri değil, onlarla uzak ve yakından temasları olan ve yataklık edenleri öldürttü. Târihlerin kayıtlarına göre, Kuyucu Murâd Paşa’nın üç sene devam eden temizleme faaliyeti neticesinde; Canboladoğlu, Kalenderoğlu ve Meymûn kuvvetlerinden kırk bin ve bunlardan başka üçer beşer bin kişilik kuvvetlerle şekavet (eşkıyalık) yapan kırk sekiz çeteci kuvvetlerinden yirmi beş bin kişi öldürülmüştür ki, toplamı altmış beş bindir.
Murâd Paşa; gayretli, dindar, üstün komutanlık, idarecilik, diplomatlık ve devletin çıkarlarını her şeyden üstün tutan bir şahsiyete sahipti. Tecrübeli, samîmi ve ileri görüşlü olduğundan, icrâatlarında tavizsiz hareket ederdi. Tarikat ehli olup, her hafta Kur’ân-ı kerîmi hatmeder, insanlara zulüm etmeyi hiç sevmezdi. Ancak devlet ve millet düşmanlarına karşı çok şiddetli davranır hiç fırsat vermezdi. Bu davranışı sayesindedir ki, Anadolu’yu temizliyerek tehlikeli vaziyetin önünü almaya muvaffak oldu (Bkz. Kuyucu Murâd Paşa).
Daha sonraki yıllarda Anadolu’da buna benzer kaynaşmalar ve isyânlar oldu ise de hiçbir zaman Kuyucu Murâd Paşa’dan önceki genişliğe ulaşmadı.
Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından öldürülmesinden sonra, Erzurum vâlisi Abaza Mehmed Paşa, 1622’den 1628’e kadar yeniçerilere karşı intikam hissiyle hareket edip, çok kan dökülmesine sebeb oldu. Ancak sadrâzam Hüsrev Paşa tedbirli siyâseti ile kendisini isyândan vazgeçirdi. 1628’de sultan dördüncü Murâd Han’ın huzurunda af dileyen Abaza Mehmed Paşa, daha sonra Bosna beylerbeyliğine tâyin edildi.
Sultan dördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamanında, 1664’de sadrâzamlığa getirilen Köprülü Mehmed Paşa’ya ve yeniçerilere karşı, sipâhî zorbaları Abaza Hasan Paşa’nın etrafında toplanarak isyân ettiler. Bu isyâncılar, pâdişâhtan Köprülü’nün idamını istiyorlardı. Âsîler üzerine serasker tâyin olunan Murtaza Paşa, Afyonkarahisar civarında Abaza’nın kurduğu pusuya düşerek mağlûb oldu. Ancak kuvvetlerini toparlamaya muvaffak olan Murtaza Paşa, Haleb’i vermek vadiyle Abaza’yı kendi tarafına çekti. Köşkünde verdiği bir ziyafet esnasında da başta Abaza Hasan Paşa olmak üzere, 30-40 kadar ileri gelen isyânkâr elebaşısını katlettirdi.
İkinci Viyana kuşatması (1683) sırasında Anadolu’da Akkaş, Kara Mahmûd, Yâdigâroğlu, Bölükbaşı ve Yeğen Osman gibi celâlîler, Sivas ve Bolu çevresinde faaliyete geçtilerse de, zamanında ve yerinde alınan tedbirler sayesinde, başarılı olamadılar.
1519’da başlayıp belirli aralıklarla yıllarca süren ve bilhassa 1596-1610 yılları arasında Anadolu’yu baştanbaşa saran celâli isyânlarının Osmanlı Devleti için neticeleri şunlardır:
1- Celâlîlerin faaliyet yıllarında, köylü halk, kasaba ve şehirlere kaçtığından, tarlalar ekilmez oldu. Ticâretin de durması ile Anadolu’da büyük bir kıtlık başgösterdi ve gıda maddelerinin fiyatlarında büyük artışlar görüldü.
Şehir ve kasabaları seyrek olan Orta Anadolu, celâlî olaylarının en fazla tahribata uğrattığı bir bölge oldu. Bu sebeple Ankara, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri ve Kırşehir gibi yörelerde geliri tamamen toprağa dayalı tımarlı sipahilerin geçim durumu çok kötüleşti. Bu sebeble Osmanlı ordusunun temelini teşkil eden ve tımarlı sipâhîliğe dayanan askerî teşkilât bozulmaya yüz tuttu.
Evvelce hazînenin zengin mukâtaaları bulunan; Diyarbakır, Mardin, Rakka, Birecik yöresi sancaklarında pek çok köylerin harâb ve adetâ nüfûssuz kalmaları yüzünden devlet gelirlerinde önemli düşüşler oldu.
4- Celâlî isyânlarının yıkıcı faaliyetleri, 1603’den sonra şehirlere de sıçradı. Nitekim bu sıralarda Ankara’dan başlıyarak, Afyon, Kütahya, Isparta, Kastamonu, Amasya, Tokat, Malatya, Harput, Maraş, Karahisâr-ı Şarkî ve daha pek çok şehir ve kasaba büyük felâketler yaşadı. Bunların pek çoğunda evler, hanlar, dükkânlar hattâ câmi ve medreseler, celâlîlerin çıkardıkları yangınlarda harâb oldular.
5- 1606’da vezîriâzamlığa getirilen değerli vezir Kuyucu Murâd Paşa, İran üzerine yürüyeceği hâlde celâlî isyânlarının bir kangren hâlini alması yüzünden dört yıl boyunca bunlarla uğraştı. Bunu fırsat bilen İran şahı birinci Abbâs, bir taraftan celâlîlere destek sağlarken, diğer yandan Osmanlı hâkimiyeti altındaki Şirvan, Şemahi ve Gence kalelerini ele geçirdi. Bilâhere Kuyucu Murâd Paşa 1610 yılında çıktığı İran seferinde bu kaleleri geri aldı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Fezleke (Kâtip Çelebi); cild-1, sh. 22, 29, 290, 291, 324, 404
 2) Künhül-Ahbâr (Mustafa Âli, Nuru Osmaniye, No: 3407, sh. 209
 3) Müneccimbaşı Târihi; cild-3, sh. 485, 601, 605.
 4) Osmanlı Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-3, sh. 99, 111
 5) Nâimâ Târihi; cild-1, sh. 165, 421, cild-2, sh. 3, 6, 7, 46, 47
 6) Peçevî Târihi; cild-1, sh. 120,121, 252, 270, 311
 7) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-8, sh. 87, 88
 8) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 196, 197
 9) Tabakâtü’l-Memâlik (Celâlzâde) Hekim Ali Paşa Kitaplığı, Nr. 779, sh. 37, 282
10) Neşri Târihi (TTK yayını), cild-1, sh. 246
11) Sultan İkinci Bâyezîd’in Siyâsî Hayâtı (S. Tansel)
12) Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri (B. Kütükoğlu)
13) Tâc-üt-Tevârih (Hoca Sâdeddîn); cild-2, sh. 126-127
14) Eshâb-ı kiram