11 Eylül 2015 Cuma

MAGNİSAVİZADE


Fâtih Sultan Mehmed Han devrinin büyük âlimlerinden. İsmi, Mevlânâ Muhyiddîn Muhammed’dir. Mağnisavîzâde diye meşhur oldu. 1483 (H. 888) senesinde vefât etti. Zamanının âlimlerinden okudu ve Molla Hüsrev’in ders verdiği Ayasofya Medresesi’ne talebe oldu. Medresenin en üst bölümündeki odasında, bütün gece kandilini yakar, ders çalışır ve çalışması sabah namazına kadar sürerdi.
Fâtih Sultan Mehmed Han, ilim yuvalarına ilgisi büyük olduğundan fırsat buldukça medreseleri dolaşır, okutulan dersleri dinler, talebe ile meşgul olurdu. Geceleri kalkar, saray penceresinden zaman zaman medreseleri gözden geçirir, hücrelerde bulunan talebeden hangisinin lâmbası geç vakitlere kadar yanar diye merak ederdi. Molla Hüsrev’in müderris bulunduğu kısımdaki talebelerden birinin, sabaha kadar uyumadığını ve bu hâlin aylarca devam ettiğini gördü. Merak edip, bir gün Molla Hüsrev ile görüşürken şöyle sordu: “Talebeniz arasında en zekî, en çalışkan ve istikbâl vâdeden hangisidir?” Molla Hüsrev de; “Muhyiddîn Mağnisavîzâde’dir Sultânım” deyince, Fâtih tekrar sordu: “Ondan sonra kimdir?” Molla Hüsrev; “Yine Magnisavîzâde’dir” dedi. Sultan Fâtih; “Medresenizde iki tane mi Mağnisavîzâde bulunur?” diye sorunca, Molla Hüsrev; “Hayır Sultân’ım, bir tanedir. Lâkin bin talebeye bedeldir. Çok zekî ve çok çalışkandır. Okuduğu bütün dersleri ezberlemiştir. Şu ânda müderrislik yapacak durumdadır. Zekâ ve hafıza gücü fevkalâde, sür’at-i intikâl ve mantık kuvveti yerindedir. Mütâlâa ettiği kitaplar hakkında üstün bilgi sahibidir” dedi. Sultan Fâtih; “Medresenin en üst bölümünde, şu karşıdaki hücrede hangi talebeniz kalır?” diye sordu. Molla Hüsrev, hücrelere dikkatle baktı ve Sultân’ın işaret ettiği hücrenin Mağnisavîzâde’ye âid olduğunu anlayınca; “Magnisavîzâde’ye aittir” dedi. Sultan tekrar sordu: “Peki bu talebe sabaha kadar hiç uyumaz mı?” Molla Hüsrev; “Az zaman uyur, çoğu vaktini ders mütâlâası ile geçirir. Bu sebeple okuduğu eserleri ezberlemiş ve hafızasına nakşetmiştir” dedi. Magnisavîzâde’nin bu hâlinden, Fâtih sultan Mehmed Hân çok memnun oldu. Onu takdîr ve tebrik etti.
Vezîr Mahmûd Paşa, İstanbul’da bir medrese yaptırdı. Fâtih Sultan Mehmed ile görüşerek buraya bir müderris tâyinini istedi. Sultan öteden beri unutamadığı ve çalışmasını çok beğendiği Magnisavîzâde’yi tavsiye etti. Mahmûd Paşa, Molla Hüsrev ile görüşüp, Muhyiddîn Magnisavîzâde’nin bu medreseye tâyin edilmesinin uygun olup olmadığını sordu. O da; “Hiç tereddüd etmeden medreseyi ona teslim edebilirsiniz” dedi. Magnisavîzâde’nin ilk dersinde, başta Mola Hüsrev ve Hatîbzâde olmak üzere bir çok âlim hazır bulundular. Dersten sonra Molla Hüsrev şöyle dedi: “Hayâtımda tatlı ve doyurucu iki ders dinledim. Biri, Sultan Medresesi’nde Muhammed Şâh Fenârî’nin, diğeri de şimdi dinlediğim Magnisavîzâde’nin dersidir.”
Fâtih Sultan Mehmed Hân, Magnisavîzâde’yi Sahn-ı semân medreselerinden birine tâyin etti. Çok geçmeden de İstanbul kazaskerliğine getirdi. Sultan, Rumeli tarafına olan bir seferinde, Magnisavîzâde’yi de beraberinde götürdü. Beraberinde pek çok ilim adamı da vardı. Yolda ilmî müzâkere ve müşahedelerde bulundular. Sultan Fâtih, bu sohbetleri büyük bir dikkatle tâkib etti. Bir ara Mağnisavîzâde’ye Arabca altı mısralık bir beyt okuyup, mânâsını ve aruzun hangi ölçüsünde olduğunu sordu. Mağnisavîzâde, bunun cevâbını daha sonra yazıp arzederim diyerek, cevap vermekte zorluk çekti. Fâtih, Arab edebiyatını bilmemenin noksanlık olduğuna dikkat çekerek, beraberindeki Nişancı Hoca Sirâcüddîn’i çağırıp, beytin mânâsını ve bahrini sordu. Sirâcüddîn Hoca Arab dili ve edebiyatında üstün derecede olduğundan, beytin tahlilini yapıp, güzel bir mânâ verdi. Vezin ve bahrini söyledi. Fâtih, bu etraflı îzâh şekline hayran kalıp, memnuniyetini bildirdi. İstanbul’a dönüşde, Magnisavîzâde’yi kazaskerlikten azledip, Sahn-ı semân medreselerinden birine tâyin etti.
Sultân’ın maksadı, Magnisavîzâde’nin bu konu üzerinde de çalışma yapmasını sağlamaktı. Zekâ ve ilmiyle isim yapan Mağnisavîzâde, ikinci Bâyezîd Han tarafından tekrar kazasker yapıldı. Vefâtına kadar bu vazîfede kaldı. Bir Ramazan akşamı, iftar sofrasının başında, tam ezan okunduğu bir sırada, henüz iftarını açmadan kendisine bir fenalık geldi. Oradaki bir sedir üzerine uzandı. Oruçlu bir hâlde âhirete göç etti.
Mevlânâ Kasım Anlatır: “Bir Ramazan akşamı, evinde iftar yemeğinde idik. Biraz rahatsız olduğunu ve bizim yemeği yememizi söyleyip, istirâhate çekildi. Biz yemeği yedik. Hizmetçilerinden biri gelip, rahatsızlığının arttığını söyledi. Gidip baktığımızda, vefâtının yaklaştığını anladık. Derhâl Yâsîn-i şerif sûresini okuduk ve sûrenin bitmesiyle birlikte ruhunu teslim etti.”
Magnisavîzâde’nin naklî ilimlere dâir küçük bir risâlesi vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdi Efendi); sh. 208
2) Sicilli Osmânî; cild-4, sh. 319
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-12, sh. 256